20 Kasım 2012 Salı

ADINI 'İMZA' KOYDUM: MÜGE'NİN YOLU

Tefrika silsilesinin en başında söz verdiğim üzere, şimdi de iyi haberlere geçiyorum. Üç yazı boyunca şişirdiğim iç dünyanızı, bu güzel haberlerle söndürüp, sevgi pıtırcıklarına boğacağım hepinizi.

Ben kitap fuarına gitmeye niye üşeniyordum, niye gözümde büyüyordu? İşte o aşağıdaki olayları tahmin ettiğim için. Ki araştırıp da bulduğum yöntemler bile daha iyiymiş de, ancak o üç saatlik çileden sonra daha iyi anladım. N'apalım kısmet böyleymiş, göreceğim varmış. Ne halim varsa gördüm. Artık bu dünyada sırtım yere gelmez.
Havalimanı ve Tüyap'ın servisleriyle gitmeyi keşfettikten sonra, yayınevine geleceğimi bildirip heyecanlı bekleyişe geçtim. Yine de imza saatime zor yetişeceğim gibi bir pırpır halim yok değildi, ama yapacak bir şey de yoktu. Fakat şöyle güzel bir gelişme oldu: Benimle yakın zamanlarda aynı yayınevinden ilk kitabı çıkan Ali de (Ali Ünal-- "Alaca Dünya ve Yalnızlığım", çok tavsiye ederim!!) Antakya'dan geliyordu. Twitter'da ikimizi de takip eden ve sıcak bir iletişim kurduğumuz bir grup tatlı insan ikimizi de havalimanında karşılayacaktı. Ki o grubun elebaşısı da bloglardan yıllardır takipleştiğimiz sevgili "Kitap Delisi Gizem" idi. Gizem, annesi ve kız kardeşi, Ali'yi ve beni alıp Tüyap'a götürdüler. Bu benim ilk erimeye başladığım an oldu! Kaç tane yazara, üstelik sadece ilk kitabını yazmış yazara bu nasip olurdu bilmiyorum.
O âna kadar birbirini sadece sosyal alemdeki fotoğraflarından gören ama sohbetlerle ısınmış bu beş insan, sanki zaten hep buluşurlarmış gibi sarıldı birbirine. Neşe içinde fuara doğru yol aldık ve ulaştık. Orada da diğer arkadaşlar bizi bekliyordu.
Yayınevimizin standına vardığımızda, heyecanım tavanları deliyordu ki, fuarın tavan yüksekliğini tahmin edersiniz. Edemiyorsanız, yardımcı olayım. Bknz: aşağıdaki fotoğraf: 






Kitaplarımız, adımız yazılı karton ve sandalyelerimiz hazırdı. O sandalyeye oturmaya önce çekindim. Bir türlü inanamadım bunların gerçek olduğuna. Hafif bir başım döndü; açlıktan değil. Çünkü sabahın altısında kahvaltı edemediğim için aldığım poğaça ve uçakta ikram edilen sandviçi bir güzel yemiştim. Mutluluk denen içkinin sarhoşluğundaydım sadece. O stand bana evim gibi geldi. Bizi karşılayan güzel insanlar da benim misafirimdi sanki. Ve aslında onlar bize misafirperverliğin en hoşunu sunmakla meşgullerdi. Standın önü sanki bir kokteyl varmışçasına kalabalıktı. Hepimizin ağızları kulağı da geçmiş enseye doğru yol almıştı. Stand görevlisi şeker hanım da İzmirli çıkmasın mı! Bize hemen kahve ikram etti sağ olsun.

Sonunda oturmamız gereken yere geçtik ama sohbet gırla devam ediyordu. Gizem ve annesi sürekli fotoğraf çekiyorlardı. Ardından birer ikişer başkaları da gelmeye, kitaplarımızı incelemeye, imzalar istemeye başladılar. Ne zaman imza vermem gerekse, hem ne yazacağımı bilemiyorum hem de elim titremeye başlıyor. Aslında çok güzel olan el yazım sapıtıyor. Amaaan nasılsa bu kadın doktor, ondandır bu karışık yazısı, derler diye kendimi avutuyorum :) Bir akşam önce, evdeyken, hangi kalemle imza atayım diye dört renk (mavi, mor, pembe, yeşil) kalemi kızımla eleyip eleyip, onun seçtiği mavi kalemde karar kıldık. Ama ben o gün mor kazak giydiğim için mor olanla imzaladım (kızım duymasın) :))

Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi sırf kendi kitabımı değil, birer yazıyla katıldığım diğer kitapları da imzalamaya başladım, bir süre sonra. Hatta aynı ortak kitapların birkaç yazarı da geldi; birbirimize imza vermeye başladık, birbirimizi ağırladık. ("Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı" ve "İmza: Kızın"). O arada dişleriyle sorunu olanların şikayetlerini de dinlemedim değil; ne de olsa rahmetli Hipokrat'a içtiğim ant vardı. Yanımda götürdüğüm mini boy diş macunlarını da, kitap ayracı olarak hediye ettim :)
Ayrıca eşi de yazar olan bir arkadaşım ta Antalya'dan gelmişti; onlarla da sarmaş ve dolaş olduk. O bana kendi kitaplarını, ben ona benimkileri alladık pulladık hediye ettik.
Orada geçen yaklaşık üç saatin nasıl geçtiğini hiç anlamadım desem yeridir. Hatta Ali ve bana ayrılan süreyi yarım saat da aşmışız. Bizden sonra imzası olan hanımdan haberimiz olmadığı için (uyaran da olmadı, o da geç kalmıştı), apar topar standı boşalttık. Jest olsun, hoşluk olsun, ne demektir bilirim diye, hemen onun kitabını aldım ve imzalattım kendisine. Ama o benimkini almadı. Oh iyi ki vaktinden çalmışız (Belki de o yüzden almadı, cık cık cık!). Okumayacağım işte kitabını :))))

Sonra aynı ekiple fuarın kafesine geçtik. Oraya sonradan gelen ve yine sosyal alemden tanıştığımız bir başka şeker kız Esra da geldi, hem de ta Eskişehir'den. Kafede otururken yazar Irmak Zileli'yi gördük. Hemen yanına gittim, kendimi tanıttım. Hemen tanıdı; çünkü: 1- Ben onun romanını okumuş, onu Twitter'da bulunca güzel dileklerimi paylaşmıştım ve o da çok mutlu olmuştu. 2- Ona kendi kitabımı kargoyla yollamıştım. 3- Günler içinde, bir türlü okuyamadığını söylemişti. 4- Ben de sorun etmemiş gibi görünmüştüm. Utanmış gibi göründü ama bunu ne kadar aklında tuttu bilemem, çünkü çocuğunun ağzına köfte patates tıkıştırmakla meşguldü. Bir daha yazarsa, onun kitabını da okumayacağım :)))

Kafede sohbet güzeldi ama "abdala malum olan" bir huzursuzluk içindeydim. Zira yolum uzundu. Ama metrobüs denen icat vardı ya, neden huzursuzdum ayol! Hem ne diyorlardı: "Herkes inecek." Bitti gitti, sorun yoktu. Hâlâ yerinde olan saçlarımı, küpelerimi, yüzüklerimi ve fularımı bozmadan, herkese binlerce teşekkür ettim, sarıldım, öptüm ve veda edip kapıya yöneldim.
İlk bu yazıyı okuyanlar! Eğer gerisini merak ediyorsanız, dün yazılmış üç adet traji-komik hikâyem aşağıda boylu boyunca uzanıyor.

12 yorum:

  1. Hihihi, boşver bacım bu kısım güzelmiş, ötekileri olmamış say :) Darısı diğer kitaplarına diğer imza günlerine olsun, öpüyorum seni "yazar arkadaşım beniiiiiiiim"

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Zaten önce niye onları yazdım? O zehiri boşaltmam ve sonunu aynen böyle hatırlamam gerekiyordu :)
      İşi ile evi arası 2 sokak olan biri için, olaylar tam bir kaostu :))) Geçmişler olsuuun ;)

      Sil
    2. Müge'nin yolu hep açık , hep aydınlık olsun...

      Öptüm bacımm

      Sil
    3. Çok sağolasın Lale bacımmm.. Hepimizin <3
      Ben de seni öptümmm :*

      Sil
  2. Ne güzel anlatmışsınız,ne güzel :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla olan biten bu işte... Olanlar ve insanlar böyle güzel olunca, anlatıma fazla bir iş kalmıyor zaten :)
      Sağ olasın ;)

      Sil
  3. "Arkadaşını söyle kim olduğunu söyleyeyim" sözünden yola çıkıp sizi burada bulmuştum.Kitabınızı burada tanımış ve tez elden alıp okumuştum.Ve ve hayarınınız oldum.Nadirendir bu ;yazar konusunda oldukça tutucuyumdur.Sizin içtenliğiniz kitabınızda satır satır okunuyor,en kısa zamanda İzmir^de sizi görmek umuduyla diyorum...Nice kitaplarda başarılar diliyorum.Selam ve sevgiler.
    Arzu Baydur Sarıyer

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Arzu Hanım, ne güzel yazmışsınız, nasıl mutlu oldum!!! Yüreğinize sağlık!! Çok çok teşekkür ederim!!! İnşallah görüşmek kısmet olur bir gün :)

      O "arkadaş" kimdi?? ya hatırlayamıyorum, ya da hiç bilmiyorum :((

      Sil
  4. Merhabalar,

    Güzel bir imza günü anlatımıydı. Sizi kutlarım. Başarılarınızın devamını dilerim. Daha nice kitaplarla birlikte nice imza günlerine erişmenizi can-ı gönülden diliyorum.

    Selam ve dualarımla birlikte en Güzel'e emanet olun efendim, saygılarımla.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Recep Bey size de merhabalar,

      Çok teşekkür ederim hem bu, hem de diğer tüm güzel yorumlarınıza.
      Sevgierimle...

      Sil
  5. neler kaçırmışım kutluyorum,
    nice kitaplara,
    nice imza günlerine:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim CeyAynacımmm :)
      Özledim ben seni... Bloglara pek giremez oldum hanidir :(

      Sil

hadi söyleyin bi şeyler :)