Alana dörtte bir gülerek, yarım telaşla, diğer dörtte bir de “oleeey”
tarzında duhul ettim. Valizimi alçak bantlı x-ray kontrolüne sürdüm, ki
kaldırmak zorunda kalmayayım. Bagaja verilecek olması nedeniyle kontuarda
sıraya girmem gerekiyordu. “Uçağım kaçıyor!!” telaşı rolümü kestim ama görevli
sakin olmamı ve yetişebileceğimi telkin etti. İzmir’de alanda kontuarda
karşılaştığım görevli, arkadaşımın oğlu olduğu için valizime “öncelikli valiz”
kartı takmıştı ve ben ona gözüm gibi baktığım için bagajımın yine erken çıkma
ihtimaliyle mutlu oldum.
Bana kala kala 34F koltuğu kalmıştı ama orası benim için bir cennetti
artık. Uçağım beni bekliyordu. Son kontrolde daha kuyruğun başında botlarımı
çıkarıp galoşları giydim. Tüm kuyruğu çizgili spor çoraplarımın üstüne giydiğim
galoşlu ayaklarımla geçtim. Umurum değildi artık. X-ray’den çıksın diye
beklediğim çantam bir ileri bir geri gelip gitmeye başladı. “Nesine bakıyorlar
ki?” derken, görevli bana doğru o şahane aksanıyla “small sprey” dedi. İzmir’de
servisi beklerken yoldan geçen adamın da “have a nice flight” demesi gibi,
tipime bakan turist muamelesini esirgemiyordu benden. “Alla alla ne spreyi ki?”
derken, aklıma biber gazı spreyim geldi. Tecavüz mağduru olmayayım derken,
alanda spreyimi yakalattım. Hâlbuki o sprey hep çantamdadır ve hiç kimse fark
etmediği gibi, ben de akıl etmemiştim çıkarmayı. Canım spreyimi oradaki amcaya
bırakıp ilerledim.
Salona gittim. Her zamanki gibi kuyrukta sıraya girerek uçağı
kaçırmayacağını garantilediğini sanan insanlar yığılmıştı. Tanıdık var mı diye
bakınırken, arkamdan “çıt çıt” diye çınlayan bir ses duydum. Bir döndüm;
kadının biri deliler gibi sakız çiğniyor. Şahane! En kıl olduğum şey! “Bu kesin
bana yakın oturur” dedim. En ağlayan bebek, en pis kokan insan… Hep bana denk
gelir. Çekerim çünkü böyle insanları.
Uçağın tee dibine kadar yürüdüm. Koridor kenarındaki koltuğuma
kuruldum ki çıtçıtlı teyze geldi. Dedim size, gelecekti zaten. Ve arkasında bir
sürü aile efradı. Bir anne, bir baba ve iki boy çocuk; biri 7-8 aylık, biri 7-8
yaşında. Hayatta duymadığım bir dilde konuşuyorlardı; Arapça kökenli ucubik bir
dilin Macarca bir aksanının Nepalce bir lehçesiydi zannımca. Çok da
konuşkandılar. Yerleri bir türlü beğenemediler. Kim nereye otursun diye fikir
teatileri sonunda, bir anne, kucağında bebek ve diğer çocuk benim yanımdaki
koltuklara geçti. Çıtçıtlı teyze arkama, baba da diğer taraftaki orta koltuğa. Bebek
oturduğu gibi koltuk arkalarındaki PVC’li kartı alıp kafama çaktı. Sonra bir de
eliyle pat pat yapmaya başladı. Çocuk delisi olmama rağmen sinirler laçka,
kaldırmıyor. O sırada jet sosyete bir teyzenin yerini bir başkasına da
verdikleri ortaya çıkınca, yerin sahibi delikanlıyı öne aldılar, jet-sos
teyzeyi oturttular. 10 dakika sonrasında, artık yeni bir samimiyet kuracak
halim kalmamış olan hostesi dürttüm; mümkünse beni başka yere, hatta acil
çıkışı bile olabilir, almasını rica ettim. Bakayım dedi; 3 dakika sonra el etti
kalktım. Bebeğin babasına “buyurun böyle” mimikleri yaptım. Bin tane teşekkür
etti garibim, sandı ki onlar için gidiyorum. İyilik yap, denize at demişler di
mi ama! Arkama bakmadan uçağın önlerine koştum; zaten bakacak fazla bir arka da
yoktu. Hostes bana acil çıkış kapısının önünde nur topu gibi bir koltuk
ayarlamıştı. Ana! Bir gittim, demin yerini jet-sos teyzeye vererek, o
kalabalıktan kendini kurtaran delikanlı da orada. Konuşmadan anlaştık; “nasıl
da kaçtık ama!” bakışlarımızla selamlaştık. Ve o ne desin?: “this is much better”.
Benden cevap: “kesinlikle!”. Delikanlı şaşkın;
“aa Türk müsünüz?”. Hı hı… Biraz sonra maşadan yeni çıkmış zülüfleriyle bana
Musevi din adamlarını hatırlatan, rimel manyağı ettiği kirpikleriyle gözümü
alan, bol vıcık rujlu, forması darlıktan helak olmuş hostes de yanımdaki yerine
geçti. Olsun varsın, beni mutlu etti ya, istediği kadar makyaja gark olsun (Olmuyo
ama, onların kemerleri bizimkilerden daha fazla ve güvenli; bu konuyu havayolu
şirketlerine sorayım bi).
Delikanlı muhabbet aradı, bulamayacağını belli ettim. Artık 1 saati aşmayacak yolculuklarda tanımadığım
insanlarla iletişime geçmek, dertleşmek, birlikte gülüp ağlamak kızmak, isim
söylemek vs istemiyorum; istiap haddim buraya kadar be çocuum, kotam doldu. Zaten
yol açık ve geciktiğim bir yer yok. O yüzden ilişkimizi zamana bırakalım. Ama o
gene de abisinin helikoptere biniş hikâyesini anlatma ihtiyacı hissetti. Ben hayatta
okuyacak halim kalmamış olan kitabımı kucağıma aldım; hani belki “hımm kadın
işaret verdi, konuşmak istemiyor” diye anlar.
Ohh havalandık. “Hoşça mı kalırsın, n’aparsın İstanbul, ama ne
halin varsa gör ve çocuklarıma iyi davran” diyerek süzüldük. Biraz sonra ikram
başladı. Acayip içim yanmış, kola içesim var. Acayip susuz kalmışım, su içesim
var. Acayip serseme dönmüşüm, kahve içesim var. Hepsini birden isteyemem,
utanırım. O zaman koladan vazgeçmeyi seçtim. Yanına da kek. Delikanlıdan atak: “sandviçleri
de güzel oluyor.” Hı hı… Onun da içi yanmış, iki bardak su içti. Bir 10 dakika
falan susmayı becerebildi ve sonunda: “Siz Ege Üniversitesi’nde mi okudunuz?”
diyerek geri döndü.
“Evet?”
“Ben bilmem kim hocaya ortodontik tedaviye geliyordum. Siz de orada
çalışıyordunuz. Hiç değişmemişsiniz.”
Bir anda ilgimi çekti! J))) “Aaa evet oradaydım. Ben de
bakmış olabilirim size arada, çünkü bilmem kim hoca benim tez hocamdı.”
“Ya işte ben de bir süre taktım telleri ama sonra sıkıldım.” O
arada ağzını göstererek, “bakın şuradan diş çekildi.”
Ben hemen gözlüğümü takıp dikkatle muayeneye başladım. “Aa evet,
yarım kalınca tabii, boşluk kalmış orada. Arka dişlerinize ısırın bakayım. Hımm
ters kapanış var.”
“Devam edemedim, çocukluk işte. Benim teyzem de diş hekimi,
üniversitede ne o hani öğrencilere bakılıyor, orada çalışırdı.”
“Mediko mu?”
“Hah evet, orada.”
“Bir daha bakayım şu kapanışınıza… Üst çeneniz de dar.”
“Evet alt çenem de büyük.”
“Evet, ama önce genişletme lazım. Bu benim tez konumdu.”
“Ben size geleyim mutlaka.”
Bu minvalde bol muhabbetli bir uçuş sonunda, sorması üzerine adımı
ve muayenehane no.mu vermek suretiyle vedalaştık.
Valiz konusuna geri geleyim. Tüm uçak halkı olarak bantlardan
valizlerin geliyor düdüğü çalıp da hareket başlar başlamaz, ilk kimin valizi
çıktı dersiniz? Bu, İstanbul trafiği mağduru ablanızınki!!! Bekleyenlere, “bugünün
şanslısı benim” ukalalığını ilk kez yapabiliyor olmaktan duyduğum gururla,
sanki beni bekliyormuş gibi park etmiş servise doğru süzüldüm ve yola çıktık. Hani
o kısa mesafe vardı ya bizim evle servis arasında (bilmeyenler bir önceki
tefrikayı okusun anacım bi zahmet), hah işte o arayı kont gibi ve kravatlı bir şoför
beyle katettim. Şoför no.7 maceram seninle bitti. Meslektaşlarından çok çektim
ama sen çok yaşa e mi…
Bitti. Hadi hepinize geçmiş olsun J