15 Ekim 2012 Pazartesi

AYNASIZLAR



Emniyet teşkilatına hitaben bir suçlunun ağzından yazılmış bir yazı değil bu. Sadece kelimeyi çaldım. Kim bu “aynasızlar”?
Sözlük anlamıyla “ayna” denen eşya ne işe yarar? Geçilir karşısına saçlar taranır, düzeltilir. Makyaj yapılır. Tıraş olunur. Dişler fırçalanır. Kaşlar alınır. Kaslara bakılır vs vs vs… Yapılan faaliyet her ne olursa olsun, temelde aynaya bakarak kendimizi bir toparlarız. Bizi görecek, bize bakacak olanlara hatta olmayanlara bile hazırlarız kendimizi. Amaç “başkaları için iyi görünmek” gibi gözükse de, iyi göründüğümüzü bilmek en başta bize iyi gelir. Mesela biz kadınlar, sabah makyaj yapıp çıksak, bütün gün bir daha aynaya bakamasak bile, o makyajın orada olduğunu bilmenin bir morali ve özgüveni vardır ve bu bize iyi gelir. Farkında olsak da olmasak da, aynadaki aksimizin önce bize iyi geldiği kesin. Biz ondan memnunsak, başkalarının ne düşündüğüne kafa yormak/yormamak ikinci plana düşer.
Aynaya bakmayan ya da bir şekilde bakamamış insanlar nasıl göründüğünü bilemez haliyle… Tipinde bir kayma olup olmadığını, saçının olmadık bir şekilde bozulup bozulmadığını, renginin soluklaştığını, kravatının kaydığını veya düzensiz bir sakalla hiç de hoş olmadığını bilme şansına sahip değildir haliyle… Bu görünümüyle de ona bakanlarda bir göz kirliliği sıkıntısı yaratabilir. Çapaklı bir göze, burunda kurumuş bir akıntıya, arkadan sarkmış bir topuza, yakası ters dönmüş bir gömleğe pek de saygı duyasımız gelmez, gözümüzü kaçırırız, “niye kendine dönüp de bir bakmaz ki?” diye eleştiririz, belki de “bir ayna bul da, kendine bir çeki düzen ver,” deriz, belki bunu da diyemeyiz, kendi haline bırakırız. Diyebiliyorsak, (burası önemli!) kadın ya da erkek çoğunluk bunu kale alır ve kendini düzeltmeye gider.
Şimdi geleyim soyut olarak “ayna” kavramına… Hiç uzatmadan doğrudan ve kısaca açıklayayım: “Aynasızlar” kendine, yani yaptıklarına, dediklerine, tavırlarına, yaklaşımlarına dönüp de bir bakmayan, bir falso varsa göremeyen insanlardır.
Lafını söyler, gider. Tepkisini koyar, gider. Bakışını fırlatır, gider. Onlar için tek doğru vardır: Kendileri. Algı yelpazesi başkalarına geniş, kendine dardır; açıları öyle geniştir ki herkesi en iyi kendi gördüğünü sanır. Ama kendine yelpazeyi kapalı tutar; çünkü o zaten “ibret-i âlem” vesikasıdır.  Herkes ondan feyz almalıdır. “İç bakış” açılarının toplamı on beş dereceyi geçmez. Geometrik şekillerden “yamuk” onlar için en uygun olanıdır, ama o kendini eşkenar üçgenin tepe noktasında görür. Her yaptığı örnek alınası bir derstir (Aaa lütfen oturun da ondan iki lokma faydalanın yahu!). Her dediğinde haklıdır (Aaa saçmalamayın, o tabii ki sizin göremediğinizi görür). Sakın ola ki eleştirmeyin! (Hem siz kim oluyorsunuz da, ona ters düşüyorsunuz?) O en deneyimli, en görgülü, en bir mürekkep yalamış olan, en güzel analizlerden en nadide sentezlere yol alan, tümevarımların en tümdengelmişidir.  Tümünüze varmakla kalmaz, siz giderken tümünüzden önce geri dönendir. Her konuyu bildiğini sanmakla kalmaz, bilmese bile onun akıllara zarar bir aklı vardır; halleder icabında. Bir şeyi ille de yaşamış olması gerekmez; onun empati grafiği daima soldan sağa-aşağıdan yukarıya ilerler. Şap diye anlar halinizden. Ama anladığı hal ve buna vereceği destek yolunda mutlaka kendine bir uğrar. Övmeyebilir kendini ama olayı kendine yontarak olası bir ters geri dönüşün alt yapısını da döşer (Hem zaten siz ne bileceksiniz ki yahu!).  Onlar onaylanma ve ayakta alkışlanma müptelâsıdırlar. İlkokuldaki kırmızı kurdelelerini yakalarından hâlâ çıkaramamış bebelerdir. “Aferin” demeseniz bile, “ba ba ba amma güzel laf ettim,” diyerek alkış seanslarını tek başlarına da sürdürürler. Onlar assolist psikolojisine saplanmış, ilgi odağı keşleridir. Ayrıca sizden sürekli onları anlamanızı, anlayış abideliğinin nirvanasında konuşlanmanızı talep ederler. Ne kadar samimi çaba gösterseniz de, anlayış atmosferiniz onlara yetmez, uzaya kadar açılmanızı beklerler.

“Aynasızlar” kısaca böyledirler. Şimdi aranızdan maazallah onlara “hoop bi dakka arkadaş, o öyle değil!” diyeniniz çıkarsa ilk tavsiyem, öncelikle sinirlerinizin sağlam ve bedeninizin dinlenmiş olmasıdır. Neden? Çünkü bu vatandaşlar çok fena yorar adamı. Daha da ileri gidip ona bir “ayna” tutacak olursanız, size hemen bir kahramanlık plaketi hazırlatayım, hak ettiniz doğrusu. Hani o yukarıda “burası önemli” dediğim yer var ya, hah işte şimdi yeri geldi: bu bizim aynasızlara “kendine bir çeki düzen ver” derseniz, sizi laflarıyla, hatta belki tükürükler savurarak, iki seksen yere çalar. Çizgi filmlerdeki gibi, bağırırken dalga dalga ileri fırlayan çatal dilleri, alev saçan nefesleriyle öyle bir yerle bir ederler ki, eşekten düşmeyi bile buna yeğlersiniz.
Aynasızlar, aslında inadına, “eşya olan ayna”ya özel ilgi duyarlar. Çünkü kendilerini madden de çok beğenirler. O müstesna beyin ve kalplerini sarıp sarmalayan cisimlerinde en ufak bir falsoya izin vermezler. “Örnek insan”lıklarını öyle benimsemiş ve öyle onaylamışlardır ki, sizlerin karşısında kötü görünmek istemezler; örnek’likleriyle sizi aydınlatmak onların hayat felsefesidir. Takdire şayan bir çaba değildir de nedir bu, sorarım size?
Ama heyhat! Bu sadece aynadan kaçan, yetememezliğine kılıf bulma şampiyonu, açıklarını örtbas etmek isteyen, savunma mekanizmalarının şahı bir insanın çırpınışıdır sadece.
“10 derste bu insancıklarla baş etmenin yolları” diye bir kitap vs mutlaka vardır. Ama okumayın bence. Çünkü bu insancıklar ancak kazanda eritilip, bir kısımları buharlaşıp da kimyasal değişime uğrarsa değişebilirler. El netice: Can çıkmadan huy çıkmaz. E o zaman anca giderler…………
Onlara İlhan İrem'den bir şarkı gelsin: "İşte hayaat yine akıp gidiyooorr, işte hayaaat sensiiiz de yaşanıyoor..." :)))