15 Kasım 2012 Perşembe

ANLAYIŞIMI SEVEYİM (mi acaba?)

“Fazla anlamak iyi değil, yorar insanı. Sonuçta mezar taşında yazmayacak ki "çok anlamaktan öldü," diye.
Fazla anlayış iyi değil, üzer insanı. Sonuçta madalya vermeyecekler ki "çok anlayışlısın," diye.

Anlaman kadar yorgun, anlayışın kadar üzgün olmak da var sonunda.

Elinden geliyorsa, "anlayanı" anla...
Elinden geliyorsa, "anlamayanı" salla...
Elinden gelmiyorsa hiçbiri, bari bununla mutlu yaşa.”


Babamı ziyaret ettik annemle. Gidişinin onuncu yılıydı. Baktım herkes ölmüş orada. E haliyle… 

Hep öyle olur ya: Hastaneye gideriz, sağlığa şükrederiz. Kabristana gideriz, hayata şükrederiz. İlle de bir “kafaya danklama” ziyareti olacak ki, başka türlü danklatamadığımız o kafayı, gömdüğümüz hayattan bir çıkarabilelim. Ve her defasında aynı nakaratlar:
“Sağlığımızın ve hayatımızın değerini bilmek lazım.”,
“Bundan sonra hiçbir şeyi kafama takmayacağım.”,
“Şu hatayı tekrarlamayacağım.”,
“Artık kazık yememeye çalışacağım.”,
“Daha hoşgörülü olacağım.” (Kafanın bizden çektikleri)
Ne yazık ki “kafa nereye biz oraya,” diyen şarkıdaki gibi de olamıyor. “Biz nereye kafa oraya,” demek daha doğru.
İşte o kafa, kelime anlamı olarak boynumuzun üstündeki büst kısmımız olarak var olsa da, ‘içindekiler’ kısmı biraz karışık. İçeriğini genel olarak huy, natura, karakter vs şeklinde tanımlarız. Bu içerik de pek sağlamcı ve hatta inatçıdır; can çıkmadan o kafanın içinden pek çıkmaz. İstediğimiz kadar nakaratlar boyu sözler verelim, kararlar alalım, bir başımıza da olsa antlar içelim. I ıhh, değiş(e)meyiz. Mesela anlayışlı bir varlıksan, ömrü billâh öyle yaşarsın (mı acaba?).
"-de" ayrı yazılır ama hadi anlayışlı olayım.

Kendi “anlayış gösterdiğim şeyler”  listeme şöyle bir baktım. (Ha ben bir taneyim, benden anlayışlısı yok, demek istemiyorum, baştan söyleyeyim.) Liste kabarık. Kimilerinden pek memnunum, “iyi ki” dediklerim var. Kimilerinden hiç memnun değilim, “gereksizmiş” dediklerim var. İyi ki’lerle neler olmuş? Kalp kazanmışım, dostluk devam etmiş, pireye kanıp yorganı yakmamışım, öfkeyle kalkıp zararla oturmamışım vs. Gereksizmiş’lere bakınca, içim cızlamıyor değil.  

Benim kendime karşı da anlayışım yüksektir; e yahu başkasına yaptığım kıyağı kendime niye yapmayayım, değil mi ama… O kadar torpilim olsun. O yüzden de, eskiden yaptığım bir şey için genelde pişman olmam, kendime kızmam; “dışarıdan nahoş ya da gereksiz de görünse, o gün o uygun düşmüştü, yaptım,” diyebilirim. Çünkü bilirim ki, bodoslama davranmam, geldiği gibi hareket etmem, konuyu o anda değerlendirir/sonuçlarını düşünür/kefeleri tartar, ona göre adım atarım. Sağduyuma ve kararlarıma güvenirim. Bu bağlamda “gereksizmiş” sınıfına giren anlayışlarımda da, kendime değil, o anlayışı zerk ettiğim vatandaşa ya da olaya kızarım. Çünkü ben gel zaman-git zaman içinde bundan rahatsız oluyorsam artık, o kişinin/olayın bunu hak etmediği noktasına ulaştırılmışımdır. Her ne kadar olay anında yeni bir anlayış için tereddüt ettiğim olsa da, o kafa var ya o kafa… İçindeki can çıkmadan içindeki huyu atamayan kafa yani… O yeni anlayış için de kendini engelleyemeyen kafa hani… Huyunun dikine gider. Ama dedim ya, “Şu an içime sinen bu, biraz zorlanıyorum. Evet, çok yumuşak davranıyorum ama beni huzurlu yapacak olan da bu,” dediğim anda kafaya yüklenmenin de anlamı kalmıyor. Taviz ya da özveri, adına ne derseniz deyin, yorganınıza sarılmak istiyorsanız o an, tüm pireleri kışkışlamak zor olmuyor.  
Bunun gibi bir yaratık için değmez.

Yorgan çok. Olmadı birini yakıveririz artık.

Vardığım nokta şu: İyi ki’lere diyecek sözüm yok. Gereksizmiş’lerle barışmaya çalışıyorum. Ben önce “beni” mutlu edecek, akşam başımı yastığa koyduğumda huzurlu edecek şekilde davranarak, o anlayışı gösterdimse ve bu anlayışım muhatabı şahsiyet bunu istismar ettiyse ya da değerini bilmediyse, bu “onun derdi/benim de dersim” olmalı. Sonunda elimde kalan olumlu bir şey yoksa huyuma küfrederim, o olur. En yukarıda kestiğim ahkâmı kendime uygulayabilme başarım düşük olduğundan, “anlamayanı sallamak” gibi bir şey yapmayı beceremem. Çünkü anlayışıma layık gördüğüm insan benim için değerlidir. Sallamak istemem yine de. O anlayışlarım da, denize attıklarıma eklenir, o olur. Ben de bununla mutlu yaşamaya, yine de “anlama yorgunu, anlayış üzgünü” olmamaya çalışırım, o olur. Ama yeri geldiğinde siz sallayın lütfen, tamam mı? Ne zaman yeri gelir diye bana sormayın, çünkü ben bilmiyorum.

Son tahlilde eğer o dert etmiyor, ben de dersi alamıyorsam, zaten bizim için daha fazla yapacak bir şey kalmamıştır. Ne halimiz varsa görelim… Bırakın ya, okumayın bu yazıyı daha fazla. Bari yazıyı bitireyim de, okunmamış yeri kalmasın.
(Babama bir sonraki ziyaretimde söz veriyorum, nakaratlarımı tekrar gözden geçireceğim. Sonra yalancı çıkıyorum.)

1 yorum:

  1. Bazen fındık hacminde bir beyne sahip olmak iyi.Ne diye doldurup arttıralım ki hacmini?Suya sabuna dokunmadan yaşayıp,dokunmadan çekip gidivermek. Ama bencillik illa ki dokundurtuyor :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)