19 Şubat 2010 Cuma

Son kullanma tarihi= Sonsuzluk



Sustu.
Susacaktı hep.
Sonsuza dek.
Konuşursa sırçaydı,
Kırılacak olan kalbi.

Yutkundu.
Yutkunacaktı hep.
Sonsuza dek.
Üflerse mumdu,
Sönecek olan ümidi.

Sevdi.
Sevecekti hep.
Sonsuza dek.
Sulamazsa çiçekti,
Solacak olan sabrı.

Sarıldı.
Sarılacaktı hep.
Sonsuza dek.
Boşalacak kollardı,
Soğuyacak olan kucağı.

O’nun için sevmenin son kullanma tarihi “sonsuzluk”tu...

15 Şubat 2010 Pazartesi

MİM Sanatı

MİM
Kim?
Kimim?
Yedi maddelik miyim?

Sevgili Catharsis'ten bana zıplayan MİM haberini alır almaz yazmaya koyuldum, diyemeyeceğim. Sağolsun, beni düşündüğü için. Yazamadım, çünkü aklımda başka şeyler vardı. Neymişşş? Demek ki, aklımda başka şeyler varken, yeni bir işe başlamazmışım (1. madde).
Yazmasam mı acaba, diye düşünürken, bunu hiç olmazsa Catharsis'in hatırına yapmaya karar verdim. Neymişşş? Demek ki, vefalı ve kadirşinas olmaya gayret ediyormuşum; ki her zaman beceremem de (2. madde).
Ne yazarım, nasıl yazarım, derken elime kalem kağıt alıp liste yapmaya başladığımın farkına varıp da, yazdıklarımı okuyunca kendime sadece "narsist kadın!" demek yakıştı. Neymişşş? Demek ki, vitrin hazırlarken sadece iyi yönlerimi sunmaktan kendimi alamıyormuşum; ki bunu yapmamaya çalışırım hep (3. madde).
O yazdıklarımı hemen çöpe atıp, daha sakin bir zamanımda, kendimi pohpohlamayacağım bir zamanda yazmak üzere unuttum. Neymişşş? Demek ki, kendime yüz vermeyi sevmiyormuşum (4. madde).
"Hiç yazmasam ayıp olur mu acaba" diye düşünürken, bunun asıl yazma kısmının değil, bu MİM ödülünü diğer blogdaşlarıma paslamanın eğlenceli olacağı kararına vardım. Neymişş? Demek ki, olmadık şeylerle eğlenmesini biliyormuşum, ne de mütevazı bir sevgi kelebeğiymişim (5. madde).
"Dur önce çocukları okula yollayayım, evi derleyip toplayayım da işe gideyim, maillerime bakayım, hastalar gelsin gitsin, blogları gezeyim, aa dur şuna bir yorum yazayım, aloo annee bir ihtiyacın var mı, niye gecikti bu hasta, sen yine mi dişlerini fırçalamadın, Tubely de ne, sular niye az akıyor bugün, ay dur biraz da ezberlerime çalışayım..." derken MİM gene sıranın arkasına gitmek zorunda kaldı. Neymişş? Demek ki, önceliklerim bir yana, MİM bir yana imiş (6. madde).
Aaaa yaptığım listede bunların hiçbiri yoktu. Yemek yapmayı sevmediğim ama el mahkum yaptığım, aptallığa tahammül edemediğim, beni yıkmadıkça birçok şeyde mizah bulmaya çalıştığım, başka türlü hayatın geçmeyeceğini sandığım, hoşgörüm yüzünden "taze kazıklı" olduğum, aslında benim daha MİM'lenmeden önce şu sol tarafta MİM'li gibi özelliklerimi sayarak doğuştan MİM'li olduğum ve ne de güzel saçmaladığım aklıma geldi. Neymişş? Demek ki, aslında MİM ödevi yapmaya bayılıyormuşum (7. madde).

Ohh sonunda işin eğlenceli kısmına ulaşabildim!
Bana verilen yetkiye dayanarak kendilerini MİM'lemekten şeref ve bahtiyarlık duyacağım blogperver arkadaş listemi açıklamak üzereyim.

"Anddd MİMs go tooo:


http://anlamayanadam.blogspot.com/

http://ahmetsoylemez1967.blogspot.com/

http://kalabalikodalarda.blogspot.com/

http://sessizlikbozumu.blogspot.com/

http://aquayasam.blogspot.com/

http://gdemirbilek.blogspot.com/

http://naifkalem.blogspot.com/

Hadi size kolay gelsin. Ödevini yapmayanlardan "elektrik kesikti, sel bastı,kıl döndü, sular soğuktu... vs" gibi mazeretler istemiyorum. Çıt çıkmasın sınıfta :)

13 Şubat 2010 Cumartesi

Aklıma Takılan Saçma Sorular-1


Doğum günlerine göre burçlar var da, ölüm günlerine göre niye yok? Doğulan tarihe ve hatta saate göre uzman yorumlarının döşendiği onca gazete ve kitap sayfasında, neden ölüm günlerine göre de yorum yazmazlar?

AŞK: "Bugün ahiretinizin aşkını bulacaksınız."
PARA: "Kefeninizin cebine ille de koyacağım, diye dünyadayken biriktirdiğiniz paralar burada geçmiyor."
SAĞLIK: "Cehennem ateşinde fazla kızarttığınız 'mahşer patlıcanları' ruhunuzun başkasına kaçmasına neden olacak. Dikkat!"
İŞ: "Günah silme işinde olanlar, bu hafta hisselerini elden çıkarmalı, çünkü 'global kıyamet hisseleri' tavan yapacak."

Yengeç burcunda doğmuş biri, diyelim ki Aslan burcunda ölürse, öbür dünyada her şey değişecek mi? Faniler âleminde duygusal ve anaç yaşamış biri, sonsuzluk âleminde bütün meftaların lideri olmaya uğraşır mı dersiniz? Ya da Boğa burcunda ölse, bir anda maddiyata değer verir hâle mi gelecek? Yükselen burçları da işe girerse işler daha da karışır.

Bence Azrail, insanları götürmeye hazırlanırken, yine eski burcunda almaya çalışsın. Mesela ben Koç, Boğa ya da Aslan burcunda ölmek istemiyorum. Bencil, maddiyatçı ya da mağrur olmak istemem öbür dünyada. Ha Yengeç çok mu makbûl bir burç... Bilemem, uğraşmayacağım başka burçlarla; alıştım buna. Bir zamanlar Eylül'ü sevdiğimi, o zaman ölmek istediğimi söylemiştim. Başak ya da Terazi olmaya itirazım yok.

Sanki bana sordular da...

6 Şubat 2010 Cumartesi

Bloglararası Tur Sonuçları


Takipçisi olduğum ya da olmadığım blog'larda konular genelde iç dökme, aşk acısı, ölüm, özlemler, baskılanmış duygular vb bağlamında gayet insanî daralmaları içeriyor. İnsan olmanın doğal çıkarımları bunlar tabii ki. Blog ortamı da buna fazlasıyla olanak tanıyor. Bir yazısında kederli satırlar okuduğum bir yazar, bir başka yazısında havasını dağıtmış olarak neşeyle geri dönüyor. Bunu ben de yapıyorum. Yazan insan daha bir fazladan deşen insandır ve onu ve/veya çevresindekileri huzursuz eden şeyleri veya kişileri sadece kendi bünyesinde irdelemekle yetinemez. Beyninden, ruhundan ve kalbinden taşar duygu ve düşünceler; önündeki klavyede harf dizilerine dönüşür. Okuyanın ruh halini olumsuz etkileyip, içini sıkabilir. Ya da o neşeli yazıyla canlandırabilir de.

Bazen yazılan yorumlar, yazıdan daha ilginç olabiliyor, veya o yorumlarla yazı daha da ilginç hale gelebiliyor. Yeri geliyor yorumlar, yazanı savunmaya geçmek zorunda bırakıyor: "hayır onu demek istemedim, şunu demeye çalıştım.." gibi. Ki bu hiçbir yazarın yapmak zorunda bırakılmaması gereken bir durumdur. Kaldı ki, zorunda bırakılsa bile yazar bunlara çok da prim vermemelidir. Her yazan insan herkese hitap etmek ya da herkesin anlayabileceği şekilde yazmak zorunda değildir. Zaten ne derler: "Ne anlatırsan anlat, anlattıkların karşındakinin anladığı kadardır".

Son okuduğum yazılardan bir tanesiyle içim huzur doldu bugün. Bir başkasıyla dehşete düştüm, çünkü ölmek istediğini yazmış. Geçen günlerde depresyonun, ya da mutsuzluğun diyeyim, girdaplarında savrulan bir başka yazı sahibi, bir baktım, arkadaşlıkla ilgili çok pozitif bir yazıyla canlanarak geri gelmiş. Bir diğeri, başkasının bir dolu sayfada anlatacağı duyguları, bir paragrafta öyle hoş derlemiş ki, bir cümle daha fazlasını aratmamış. Hele bir tanesi var, belli ki aşkın en güzelini yaşamış ya da yaşıyor, dizeleri buram buram aşk saklıyor.

Tam da bu noktada şunu kendime de bir öz eleştiri olarak belirtmek istiyorum: her yazılan, yazarın mutlaka kendini bağlamak zorunda değildir. İyi gözlem yapan ve bunları satırlarında ifade edebilen kişi her zaman yazdığı yazının öznesi değildir. Etrafımız zaten özne ve yüklem dolu; beğen beğen yaz, diye bekliyor. Sanılmasın ki, yazılanlar ille de başımızdan geçiyor. Bu bir anlamda "blog ortamı"nın dezavantajı, çünkü çok kişisel algılanıyor. İşte bu yüzden de blog açmaya cesaret edemeyenler var; yanlış anlaşılacaklar diye.

Yazmak cesaret işidir, demişti bir hocam. Paylaşmak da cengâverlik... Kim ne der, diye susacaksak, sustuğumuz kadar yazalım. Çünkü yazdığımız ölçüde güçleniyoruz, arınıyoruz. İtirazı olan?

5 Şubat 2010 Cuma

Ka(L)pan'da



Sevgi nasır tutarsa,
Kim ne yapsın?
Sevemediğini sanıyorsa,
Ruh ne yapsın?
Ne nasır bandı, ne de topuk taşı,
Nasıl onarsın?
Ne sıcak, ne soğuk işe yarıyorsa,
Ilık yaklaşsın?
Her giydiği sıkıyorsa,
Yürek nasıl atsın?
Her kelâm korkutuyorsa,
Dil ne desin?
Her bakış yalansa,
Göz kime baksın?
Uzanan el soğuksa,
Kime dokunsun?
Sırtına karlar yağıyorsa,
Nasıl ısınsın?

Mangal ateşi gibi sevgiler uzak dursun.