26 Mart 2010 Cuma

ÜRETİYORUM, ÖYLEYSE TAKİP EDİN.. "JULIE & JULIA"



Rutine ve tekdüzeliğe yenilmek istemeyen enerjik bünyeler, hangi zaman diliminde yaşarsa yaşasın, bir çıkış yolu bulma çabasında oluyorlar. Ev hanımı ya da her sabah aynı çalışma ortamına girmek zorunda olan ve üretmenin farklı boyutlarına kafa patlatan kadınların önüne bent çekmek imkânsız. Her sabah aynı ruh haline uyanan ve bundan şikâyetçi olmasa bile rengini daha bir ışıltılara bezemek istemeyen kaç insan vardır? Sahip olduklarından alçakgönüllülükle tatmin olanlara sözüm yok; kaldı ki yerinde duramayanların da tatminsiz olduklarını demeye getirmiyorum lâfı. Un, şeker, irmik varsa, helva neden yapılmasın ki? Hele işe bir de tereyağı karıştı mı, bir Julia, bir Julie olmak çok mu zor?

İnternetle haşır neşir olmaya başlamalarımızla, zaman içinde değişen popülerlikte bir sürü akıma kaptırır oldu insanoğlu kendini. Mail’ler, chat’ler, Facebook, blog’lar ve Twitter ilk akla gelenler. Bunlar yokken de zarflı-pullu mektuplarımız vardı. Julia mektup döneminin, Julie ise internet döneminin enerjik bünyeleri. Biri daktilonun, diğeri bilgisayarın başına geçiyor. Kısır döngülerini kırmanın yollarını ararken, biri diğerinden etkilenmiş olsa da, ikisi de üretkenliklerini bir şekilde kanalize etmeye çalışıyorlar. Yeni bir eve taşınmanın coşkusu bile onları kesmiyor. En büyük ortak paydaları da, yemek yapmayı sevmeleri ve bunu herkesle paylaşmak istemeleri. Bulundukları zamanların olanakları çerçevesinde, aynı kapıya çıkan bir uğraşa yöneliyorlar: yemek yapmak. Klavye marifetiyle bu uğraşlarını herkese duyuruyorlar. İkisi de çok anlayışlı ve onlara destek olan eşlere sahip.

Julia’dan esinlenen Julie, modern zamanların akımı olan “blog” aracılığıyla gittikçe artan bir kesime hitap etmeye başlıyor. “Kim okur ki yazıklarımı” ümitsizliğiyle başlayan süreç, çığ gibi büyüyen “blog izleyeni” sayılarına ulaşıyor. Julia’nın yaptığı yemek ve tatlıların tariflerini yazdığı kitabı bastırma çabası, Julie’nin zamanında “blog”una ilgi olacak mı ve onun da yazdıkları yayımlanır mı acaba, kaygısıyla örtüşüyor.

Bunlar, yaptıklarını ya da düşündüklerini başkalarıyla da paylaşma aşamasına gelmiş yazarak üreten insanın da doğal kaygıları. Tanınmış, okunan, izlenen ya da takip edilen insanlarda bile bu kaygı hep var. Ucunda maddi kazanç endişesi olsa da, olmasa da, temel hırs alıştığı/alıştırıldığı ilgiyi kaybetmemek, hep pohpohlanan olmak, sürekli beğenilmek ve takipçilerinden geri dönüş alma hırsı gibi geliyor bana (söz Julia ve Julie’den dışarı). Oysa iyi yapılan işlerin üreticileri için yoğun bir PR çok da gerekmiyor. Biz okur/izleyici güruhu onları zaten hep takip ediyor ve yeni işi ne zaman çıkacak, diye merakta oluyoruz.

Twitter ve blog akımlarını bir süredir bizzat uygulayan ve takip eden biri olarak, açtıkları blog’lara daha, daha çok kişi tarafından üye olunsun ve yorumlar yazılsın, diye Twitter’da anons yapmaktan, eleştirilmek pahasına, bitap düşen tanınmışları gördükçe, bu hırsı kanlı canlı yaşamaktayım. Yazdıkları okunulası şeyler değil, demek gibi bir densizlik içinde değilim asla. Ama bu reklâm debelenmesi niye? Twitter’daki takipçi kadroları 10.000’leri geçmiş ya, blog’ları da o sayılara ulaşsın istiyorlar ve altında kaldıkça bir hezeyandır gidiyor. Hâlbuki 600 küsurlar da hiç fena değil. Bir sakin olun, diyesim geliyor.

Demem o ki, bu film bağlamında, iyi iş sessiz sedasız da olsa varmayı hak ettiği mertebeyi kendi yaratıyor zaten. Kulaktan kulağa, mail’den mail’e, blog’dan blog’a haberler çok güzel yayılıyor. Ben ki, sıradan insan, okunayım diye asıl yırtınması gerekenlerdenim, hiç diyor muyum: “Blog’uma üye olun, yorum yazın, hadi hadi sayılar artsın. Yok mu artıran?”. Blog’umda 54 kişilik dev kadromla ne kadar da mutluyum. Ama hele bir kitap yazayım, görün siz nasıl bas bas reklâm yapacağım. Sevin, daha çok sevin beni… :)

Hem Virginia Woolf kadınlara ne demişti: “Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der, diye düşünmeden yazın!” Julia ve Julie işe bir de mutfak katmışlar, ellerine sağlık: “Pişirin! Erkekler, tuzsuz olmuş, der diye düşünmeden pişirin”.

(Merak edenler için Julie’nin blog adresi: http://blogs.salon.com/0001399/ )

9 yorum:

  1. Eline sağlık. Konuya, tam da ortasından, eğip bükmeden, adabınca ne güzel de değinmişsin.
    Ben de bir iki cümle ilave edeyim izninle:

    Facebook, Twitter, blog derken bu siteleri takip eden insanlar günlerinin önemli bir bölümünü bilgisayar başında geçirmeye başladılar. Bu noktada hemen şunlar geliyor aklıma: günde kaç saatin bu sitelerde geçirildiği ve insanın üzerinde farkında olmadan yarattığı bağımlılık. Ayrıca kullanım süreleri arttıkça bireyin üretkenliğini etkilediği de muhakkak… Diğer taraftan yarattığı bağımlılığının T.V bağımlılığından çok da farklı olmadığını düşünüyorum. Sanal ortamında da bilgiden uzak, T.V. ortamına benzeyen hatta daha beter durumların olduğu aşikâr.
    Kısacası kimin kimi kontrol ettiği, kontrolün kimde olduğu önemli… İnternet mi bireyi? Birey mi internet’İ ?

    Hele Twitter: resmen herkes görsün diye kullanılıyor. Aksi takdirde birine bir şey söylemek istiyorsan e-posta’yı tercih edersin. Kimse de görmez. Eğer Twitter’a yazıyorsan bunun altında yatan ‘görünür olma’ arzusudur. Bütün bunlardan tamamen internet’i kötülediğim anlamı çıkmasın lütfen. Sanal âlemin, sosyal bir ortam yaratığı, fikirlerin paylaşıldığı, bilgiye ulaşmada yarattığı kolaylığın, bu günün ve geleceğin iletişim şekli olduğunun farkındayım. Sadece esiri olmadan ölçülü olunmalı diyorum. Hani eskilerin dediği gibi “azı yarar, çoğu zarar”.

    YanıtlaSil
  2. Ben de senin gibi iyi işlerin bir şekilde duyulup hakettiği değeri bulacağına inanırım. Kötü işler içinse reklam bir yere kadar işe yarar. Reklamı çok yapılmış olan birşeyi sırf merak ettiğin için incelersin. Sonra bir iki daha bakarsın ama kötü ise onu ebediyyen gömersin. İyi işler çıksın biz de zevkle, hayranlıkla okuyalım onları. Sevgiler Mügeciğim :)

    YanıtlaSil
  3. Öncelikle merhabalar..Ben blogunuzun o dev kadrosunun bir üyesi olma yolunda yeni başlayan 56.kişiyim diyeyim :)

    Yazınızı ve bunu da çok güzel bir örnekle tamamlamanız çok başarılı gerçekten..Konuya dönecek olursam..Julie ve Julia'dan değilde şu son zamanda bizim ünlü diye adlandırılan kişilerin twitter'daki garip kaçan davranışlarından bahsetmek istedim..Benimkide farklı bir örnek olsun..Twitter'i iyi şekilde kullanmaya çalışan ve bundan çok güzel geridönüşüm alan biriyim..Bazı ünlülerimizin katıldıkları programların verdiği aralarda bile twitter'a gelip ne yazılmış diye bağımlılık derecesine varan tavırlarını görünce çok şaşırmıştım..

    Emek Sarf edilerek yapılan her işin er yada geç karşılığını tatmin edici bir şekilde vereceğini düşünenlerdenim bende...

    Son olarak eğer kitap yazarsanız ,bunun reklamı ve internette tanıtılması konusunda destekciniz oluruz :)

    Sevgiler
    Leon

    YanıtlaSil
  4. iyi yazmışsın, eline sağlık.

    benim diyebileceğim;
    üretim mühim.. feysbuk ve tivitırdan anlamamakla birlikte, 'üretiyorsa bir şeyler, varsın oralarda da tanıtsın, isteyen istediği gibi takılsın,' derim.

    öte yandan hem senin, hem de aak'nin dile getirdiği 'iyi iş,' nitelemesini hamur işi olarak anlıyorum ben :) doğrudur herhal.

    YanıtlaSil
  5. Catharsis'ciğim;
    Çok haklısın, internet artılarıyla eksileriyle herkesin hayatında yer almış durumda. Bundan dozunda faydalanmak konusunda ayar yapmak kişinin kendi irade dozlarına kalmış. Türkiye'nin internet kullanımında epey başlarda olduğu gerçeğine bakılacak olursa, getiri ve götürülerini de irdelemek gerekiyor.

    Fulya'cığım;
    Reklâmın iyisi kötüsü olmaz mantığıyla yola çıkanlar, aynı zamanda itici olmaya başladıklarını da fark etseler hiç fena olmayacak İnan dün bile hâlâ "blog'uma üyelikleri bekliyorum" denmişti, ki şu an üyelik 1200 küsurlarda.

    56 Leon, hoşgeldiniz :)
    Ben bu tür sosyal ağlara karşı değilim, ama Catharsis'in de dediği gibi bağımlılık düzeyine gelmesi ve narsisizm sınırlarını zorlaması sevimsiz görünüyor.
    Bu arada ben hemen dosyamı hazırlayayım da, şu tanıtım işini konuşalım :)))
    (şaka)

    Sevgili aa;
    Sen de haklısın ama iyi iş diye nitelediğimiz şey hamur işi olsaydı, ben şimdi çok iyi bir ev hanımı olurdum :) Biliyorsun, ben sadece brownie'yi iyi yaparım (bknz: profil bilgilerim)
    Bizim evdeki oklava şu aralar sadece, tiyatro çalışmalarımda kılıç olarak işe yarıyor :)

    Hepinize bu değerli yorumlarınız için çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  6. Keyifle izlediğim bir filmdi:)Filmden yola çıkarak harika bir yazı ve tesbitler.Blogger dışındaki sosyal ağlar konusunda pek bir cahilim:)Feysbuk bile yok bende:))
    Sevgilerimle

    YanıtlaSil
  7. Dalgaları Aşmak,
    Çok teşekkür ederim. Film gerçekten de güzeldi, ama sonuna doğru kendimi feci tok hissetmiştim; yapılan her şeyi yemişim gibi bir his :)
    sevgiler...

    YanıtlaSil
  8. Bu filmin beni en çok etkileyen yanı, her iki kadının da yaşamdaki tatminsizlikleri noktasında "ben ne yapmaktan keyif alıyorum" sorusunu kendilerine sorarak maceraya başlamalarıydı. Hatta Julia önce şapka kursuyla işe başladı ama asıl tutkusunun arkasından gitme cesaretini göstermesiyle her şeyin akışını değiştirdi. Julie ise kendisini ifade edemediği bir işin içindeydi ve iki tutkusunu birleştirerek hayatını değiştirdi: yazmak ve pişirmek...

    Benim burdan aldığım en büyük ders, "ne yaparsam hem keyif alırım, hem para kazanırım" kaygısına düşmeden, yalnızca tutkunun peşine düşerek kazanılanları görmek oldu.

    Aynı durum kitap yazmak için cesaret ve yeterli enerjiyi arayanlar için de geçerli bence. Bilmem anlatabildim mi :)))

    YanıtlaSil
  9. Selvincimm, hem de nasıl :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)