7 Mart 2010 Pazar

Ad'ım Yok ki Benim


Sayın Yekta Kopan dün blog'unda yazdığı bir yazının en altında dedi ki: "İsteyen bu iki paragrafın arasına bir paragraf ekleyebilir, isteyen paragraflardan sadece birini alıp devam ettirebilir, isteyen metni kısaltabilir, isteyen uzatabilir, isteyen okuyup geçebilir, istemeyen zaten okumamıştır. Bu iki paragrafı dilediğiniz gibi kullanabilirsiniz. Üstelik yazmaya oturmak için adınızı bilmeniz de gerekmiyor..." ( http://filucusu.blogspot.com )
Buradan yola çıkarak yazdığım yazıyı, yine onun onayıyla yayınlıyorum. Kendisine teşekkür ederim.

*********************************************************************



Adımı bilmiyorum ben. Elbette var bir adım. Çevremdekilerin beni çağırmalarına yarayan bir adım var. Var. Ama bilmiyorum ben. Biliyorum da, unutuyorum aslında. Pof diye bir ses çıkıyor, uçuyor aklımdan. Unutuyorum. Evet, evet en doğrusu böyle söylemek; unutuyorum. Karıştırıyorum. Kekeliyorum. Oysa adımı ezbere bilen birileri var, senin adın bu değil ki diyorlar. Unutmak da istiyorum aslında; bu adla yaşadığım yıllar bana ne verdi ki... Hiç... Geride bırakmak istediğim her şey gibi adımı da geride bırakmak istiyorum. Her şeyi o adla yaşadım; en çok da yalan dünyamı. Adım da yalan olsun; mumlarını yatsıda söndürdüğüm insanların yalan dünyasında kalsın. Adımın her çağrılışında tekrardan aynı zamanlara geri dönmeyeyim. Zaman bana ilaç olmadı; başkalarına oluyormuş, bir arkadaşım öyle demişti, adını unuttuğum. Çünkü o da, o yalanlara yalama olmuş yalakanın tekiydi ve sözde beni avutuyordu.


Ben çocukken kan bağım olmayan bir akrabamızın kızı olmuştu; adını Meltem koydular. Modaydı o zamanlar bu ad. Meltem büyüdü; daha ilkokula gidecek yaşa gelmemişti ki, adını beğenmemeye başladı: Zeynep olsun istiyordu. Herkes dalga geçti; ‘Çocuk işte, ne dediğini bilmiyor. Kim bilir kime özendi’ dendi durdu. Neden değiştirmek istedi kim bilir... Meltem direndi. Meltem gerçekten istemedi bu adı; Zeynep olmak istiyordu. Oldu da. Şimdilerde 40’larında olsa gerek Zeynep.


Acaba kaderinde ne değişti Zeynep’in bu değişimle, bunu bilemeyeceğiz asla, ama ben de artık adımı istemiyorum. Hatta yeni ad da istemiyorum. Onlarca adım var benim. Yo! Yüzlerce. Bildiğim, bilmediğim, uydurduğum, duyduğum bütün adlar benim. Her an farklı bir adım olmalı. Hiçbirine anlam, duygu, anı ve eylem yüklenmemeli. Hiç kimse bana ne diyeceğini bilememeli. Artısı eksisi olmamalı adımın; yüksüz olmalı. Beni bilenler beni her defasında ilk kez görüyormuş gibi taze ve anısız bilmeli; ön yargısız ve son yazgısız olmalıyım. Kendime bulduğum bulmadığım her adla kaderim yeniden yazılmalı, yazan biri varsa. İşi zor olacak, çünkü hangi bir adımla uğraşsın. Kusura bakmasın ama defterimi düreceklerse, envanterimi tutmadan dürsünler. Onların işi kolay olsun, diye ille de bir adla yaşamak zorunda olmamalıyım.

Karşımdaki beni hiç tanımayan biriyse, onun belleğine o anda kekelediğim adla kazınıyorum. Onlarca adım var benim. Yo! Yüzlerce. Bildiğim, bilmediğim, uydurduğum, duyduğum bütün adlar benim. Mesela dün adımı, hiç sevmediğim birinin adı yaptım; bakalım onun gibi kalleş olabilecek miyim, diye merak ettim. Bütün gün bekledim, ne zaman bir kalleşlik yapacağım diye. Aklıma tek gelen şey, o adın sahibine kalleşlik yapma plânları oldu; daraldım. Yok, yok en iyisi adsız kalmak.

Ben tanıştığım insanların adlarını bilmiyorum. Ben kimsenin adını hatırlamıyorum. Bilmiyorum kim kimdir. Gözler var, eller var, burunlar çeşit çeşit, saçlar renk renk, dirsekler, diz kapakları, kulaklar, ayaklar var. Var işte bir şeyler. Ama adlar yok. Bildiğim bütün adları yapıştırıyorum çevremdekilerin sol göğüs cebine. Böyle yaşıyorum. Kimi zaman yoruluyorum, dert etmiyorum yine de. Sadece gözleri unutmuyorum. Anlamı gibi hoş olsun ümitleriyle konmuş adların sahipleri her zaman da aynı hoşlukta olmuyor ki. Mesela Melek; ne ağır bir ad. Adı bu diye, melek olması gerekmiyor tabii ama üstüne üstlük bir de şeytanın tekiyse, ben niye ona ‘Melek’ demeye mecbur bırakılayım ki? Gözleri fel fecir okuyorsa, benim için adı o.


Her gün yeniden tanıyın beni. Ben bile unutayım, dün kimdim, ne yaptım, ne yapmadım, neye sevindim, neye yerindim, neye kızarım, neyden keyif alırım… Adıma yapışan çiçekler solsun, konan böcekler hemen uçup kaçsın, adımın melodisi detone olsun, ışığı kaçsın, kalmasın hiçbir yükü kefesinde… Her adımımda adım değişsin. Değişsin ki, her uyanışım doğumum olsun.


“Hayır baba, fısıldama kulağıma. ‘Evlâdım’ de sadece, o yeter.”


6 yorum:

  1. Değişik ve çok hoş bir yazıydı.
    isim,daha doğar doğmaz, başkası tarafından, karakterimizi oluşturan hiç bir parça daha ortaya çıkmamışken bize verildiği halde müsemma olduğumuz şey.
    "...insanın adı onla en az alakalı olan yanıdır."
    (yusuf atılgan-aylak adam)

    Bu arada ziyaretiniz ve güzel sözleriniz için teşekkür ediyorum:)
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim ben de :)
    size de sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir yazı.Ben de pek isim saklayamam aklımda.Ama en sevdiğim huylarımdan biri, kayıt tutuyor olmam.Böylece gerekenleri kaybetmemiş oluyorum.Sizin kayıtlarınızı izliyor olacağım,izninizle.Saygılar.

    YanıtlaSil
  4. Özellikle bu günlerde hiçbir ismi aklımda tutamıyorum. Güzel bir paylaşımdı teşekkürler..

    YanıtlaSil
  5. İşin ilginci ben de genelde hiç unutmam :) Unutsam bile yüzleri hatırlarım.
    Ben teşekkür ederim.

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)