12 Kasım 2010 Cuma

YAZ DA GÖRELİM


İnsanın okuduğu şeylerde kendini bulması, görmesi, yazılanların gerçekliğini neredeyse ele tutulur, gözle görülür kılıyor. Hayatın tam da içinden seçilmiş olaylar, aslında yazar tarafından bizzat yaşanmamış olsa bile yaşanmışlığa ve gerçeğe sarılmış oluyor. Bu durum, okurda, okuduğu hikayeye sımsıkı sarılma, doludizgin okuma ve o hikayede kendini daha çok bulmaya çalışma hevesi veriyor. Çünkü insanın “kendini” arama serüveni, merakı hiç bitmeyecek. Bunu onun yerine yapan, günlerce gecelerce bu konuda kafa patlatan biri olup da, önüne kitap olarak sunan bir yazara bağlanmamak mümkün mü? İnsanın labirentlerini insana en girift ayrıntılarıyla sunabilen bir yazarın, özünü irdelemeye, hep soru sormaya ve cevap aramaya hevesli bir okur tarafından benimsenmemesi mümkün mü?

Bunu başaran bir yazarın, yüz yüze kalmak durumunda olabileceği sorulardan biri de, yazdıklarının kendi öz hikayesi olup olmadığı olsa gerek. Okurun, okuduklarında insana dair bunca ayrıntı bulması, yazılanların “bunu ancak kendi yaşamışsa yazabilir” şeklinde yorumlanmasına neden olabilir. Evet, yazar da bir insandır; en az okur kadar her şeyi yaşamış, bizzat hissetmiş olabilir. Ama onu, “sadece okuyan”dan ayıran en özel farkları, hayal dünyasının içine giriş çıkışlar yapabilmesi, yaşama farklı açı ve hislerle bakıp irdeleyebilmesi, ulaşamasa bile özlem ve hedeflerini daha cesurca dile getirebilmesi ve “insan”ı gözlem, anlama ve yorumlama konusundaki başarısıdır.

İnsana ve yaşama dair deneyimleri başarıyla yazmayı kotaran bir yazarın bu yorumla karşı karşıya kalması doğal olsa da, haksızlık aynı zamanda. Çünkü bu yorumu, yazarı yazar yapan farkları görmezden gelmek olarak düşünüyorum. Hele de “benzer şeyleri ben de yaşadım, yaşıyorum. Tek farkımız, bunların, bunları yaşamış bir başka insan tarafından satırlara dökülebilmiş olması. Otursam, ben de yazardım. Hatta neden yazmıyorum?” diyen bir okur, hala oturup yazmıyorsa, bu yorumlarından vazgeçip, çenesini tutması gerekir diye düşünüyorum.

Kendiyle yüzleşmeyi becerebilmek, bu cesareti yakalayabilmek ve üstüne üstlük bunu yazarak başkalarının da yüzleşmesini sağlayabilmek, sadece “oturup yazıvermek” eylemi olarak algılanırsa, hem yazara hem de yaşananlara karşı insan hakları ihlalidir. Zihin, kalp, ruh ve bedenin deneyimlerini sadece görüp fark edebilmek bile önemli bir meziyetken, ayrıca dile getirebilme, derleme ve sonuçta kağıda dökebilme, ha deyince yapılabilecek bir eylem olmasa gerek.

Son yıllarda popüler olan bir kavram var: “farkındalık”. Uzakdoğu’nun yüzyıllar önce “farkına” vardığı bu kavram, batının da zihin, ruh ve beden sınırlarını zorlayıp, içine nüfuz eder oldu. Kelimenin telaffuzu ve anlamı çoğu kişi için yeni modaymış gibi görünse de, aslında “yazan insan”ın, yazma eylemini başlattığından bu yana hep yapageldiği şey zaten “farkında”lığını konuşturmaktı. Yazarın, okuruyla köprüler, bağlar ve hayranlıklar kurmasına aracı olan da bu. İnsanoğlunun naturasının barındırdığı somut ve soyut ne kadar kavram ve deneyim varsa, bunların farkına varılması, yüzleşilmesi, cesaretle hesaplaşılması ve daha fazla kendine saklayamayacak hale gelip, okurla buluşmasını kim küçümseyebilir ki?

“Gerçek sanat insanlarının” hep farklı bir noktada oldukları, hayatı başka bir tepeden izleyip algıladıkları bilinir. Herkes gibi nefes alan, yiyip içen, yaşayan bu insanların, yaşamı ve insanı, herkes gibi algılamadıkları kesindir. Onların birer “huzursuz ruh” olduklarını düşünmüşümdür. Bu huzursuzluk ve iç kıpırtısı, sanatlarını ortaya koyma ve bunu paylaşma isteği doğuruyor. En basit haliyle, sadece kendi farkındalıklarıyla yola çıkıyor bile olsalar, onların farklı olduklarını kabullenmeye yeter.

12 yorum:

  1. Sana bu yazıyı hangi yazar yazdırdı:) Bir roman veya yazar etkiledi herhalde, merak ettim.
    Üstteki resimdeki mi kimdi o, biryerden çıkarıcam, Nicole Kidman'ın hayatını oynadığı yazarmıydı o:)
    Aslında herkes birgün otorup birşeyler yazmalı ve beyninde ve ruhunda bir gezintiye çıkmanın hazzını duymalı değilmi...

    YanıtlaSil
  2. Aslında kimse yazdırmadı, sadece bende birikenler bunlar.
    Virginia Woolf.. evet "Hours" filminde Nicole Kidman onu canlandırmıştı. Çok sevdiğim bir filmdir. Woolf da çok sevdiğim bir yazar.

    Evet bu haz inanılmaz, ama herkesin kendini ifade biçimi farklı işte.

    YanıtlaSil
  3. iyi bayramlar dilerim :)

    YanıtlaSil
  4. Teşekkürler Nİlay, size de benden iyi dilekler :)

    YanıtlaSil
  5. Güzel yazıydı, teşekkürler... Bayramınızı kutluyorum...

    YanıtlaSil
  6. Wirginia Müge, iyi yazıydı. iyi bayramlar :)

    YanıtlaSil
  7. Sağolunuz Deliler Teknesi ve Syrakusa :)

    Size de mutlu bayramlar dilerim...

    YanıtlaSil
  8. İyiki varlar yazarlarımız ve yazanlarımız..yaşamadığımız dünyalara onlarla ulaşıyoruz,hissediyoruz,yaşıyoruz..kendi duygularıyla,kurgularıyla ruhumuzu besleyip,zenginleştiriyorlar,her seferinde ..
    güzel yazı..İyi bayramlar..:;)

    YanıtlaSil
  9. Crazywomenrosemary (inatla tümünü yazmaya devam ediyorum) :), sağolasın..
    Senin blog'un yoktu değil mi daha önce? Atlamış olmayayım yani.. Açtığın blog'unda da yazılarını merakla bekliyor olacağım :)
    Sana da iyi bayramlar..

    YanıtlaSil
  10. woolf kuşkusuz kendi yaşamından izler taşıyordu romanlarına... neyi ne kadar taşıdığına bir ölçü olamayacağı için okurun takdirine kalmış her şey... bence yazarlar bunu pek de umursamıyordur...
    öte yandan, ruhundaki karmaşa ve gelgitler de zaten kimi zaman onun üstesinden gelemeyecek kadar dolup taştığının göstergeleri... ruhu çoook huzursuzdu kuşkusuz...

    YanıtlaSil
  11. woolf kendine ait bir odada yazardı. ah ne huysuzdur o.

    tedirgin ruhlar.

    frenk gitti iş bitmedi yazarda.
    :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)