8 Kasım 2010 Pazartesi

NEŞELİ GÜNLER-2010 Versiyonu

Dün sanki üç ergenli bir aile gibiydik. Ne biz ondan, ne de o bizden farklı duruyordu. Buruk bir anma töreniyle gelişinin birinci ve sonuncu haftasını kutladık. Kahvaltıda sucuk eşliğinde, gidince onu çok özleyeceğimizi söylediğimde, "ben de" dedi ve benim ilk göz yaşım huzurlara çıktı. Çarşamba sabahını geçtim (yani aslında başa çıkma yolunu arıyorum), Salı gecesi "bu son yatışımız, bu son iyi geceler deyişi, bu son yarın görüşürüz deyişi, valiz de toplandı..." cümleleriyle uykuya nasıl geçeceğimi falan düşünmeye, yani kafayı yemeye başladım :)

İsim, şehir, futbol takımı oyunu dışında diyalog kuramayan oğlum bile "çok alıştık ya", kızım "keşke kalabilse", eşim "kerata gidince boşluk olacak" deyip duruyorlar. Hadi ben, çocukların bize iki günlüğüne yatıya gelen arkadaşlarına bile alışıp bir hoş olurum da, aile efradımın da duygu yapmaya başlaması, bir anlamda beni rahatlatıyor. Çünkü abarttığımı düşünmeye başlamıştım (şunları yazarken bile yutkuna yutkuna yazıyorum).
Havayı dağıt Mügeee...


Tire'de çok bilinen bir restoran vardır. Dağda ormanın içinde, kırmızı, yeşil, sarı yapraklarla sonbaharın en güzel manzaralarına sahip bir yer. Yerleşim olarak tepede, uçaktan bakar gibi bir yükseklikte. Bir başka frenki ağırlayan arkadaşımız ve ailesi ile birlikte oraya gittik. Yaklaşık 1.5 saatlik bir yolculuktu.Çeşit çeşit otlarla yapılan Ege yemekleriyle ve Tire köftesi ile meşhurdur bu restoran. Frenkimiz otlara pek ilgi göstermediyse de, azıcık tattı. Diğer frenk de fena yemiyordu hani. Onun tipine baktım da, sapsarı saç, mavi gözler, açık ten... Ayy bana yumurta gibi geldi.. I ıhh sevmedim. Döndüm bizim frenke baktım; elâ göz, kumral saç, buğdayımsı bir ten. Ayy bayıldımm... Kuzguna yavrusu bir şey gelirmiş denirdi de, unuttum şimdi.
İki frenk, iki Türk genç kız olunca muhabbet ettiler bol bol. Fotoğraflar çektiler. Dönüş yolunda oğlum öne oturmak isteyince, ben de kızlarımla arkaya oturdum. Frenk ortada. Elinde mp3. Bir bana bir kızıma tek kulaklığı verip, "bu şarkıyı biliyor musunuz, ya da bakın ne hoş bir şarkı, veya bu bilmem ne filminin film müziği.." diye dinletti. Anne babasının sevdiği şarkıyı dinletti (hani yani aşklarının şarkısı babında). Eskilerden diye bana bir de Charles Aznavour'dan bir parça dinletti. Tevellüt malum :)
Ayrıca yolda epey bir konuştuk (hiç yapmayız ya hani). Liseden sonra çocuk kitaplarına resim çizmek istiyor ve bunun eğitimini almak. Bunun için Strasburg'a gitmesi lazımmış ama çok pahalıymış. Gerçi sonradan bu işten para kazanabilir mi diye de kaygıları var, çünkü ekonomik kriz var dedi (ah ah ne benzer dertler, ama yine de bizim kadar karamsar olamaz). Harçlık olsun diye, babysitter'lığa gittiğini ve takılar yaptığını söyledi. Annesiyle arası genelde iyiymiş ama derslerine çalışmazsa ya da odasını dağınık bırakırsa annesi kızarmış (bu bana bir yerden tanıdık geldi ya neyse). Babası dağ tırmanışları yaparmış; hatta Mont Blanc'a bile çıkmış. Ağbisi, 20 yaşında olmasına rağmen evler çok pahalı olduğu için, hâlâ onlarla yaşıyormuş. Bu sene içinde annesinin babası vefat etmiş. Sonradan da annesi hamile kalmış. Bunun bir alınyazısı olduğuna inanıp, bebeği aldırmamak gibi bir inançları varmış. O yüzden annesi 43 yaşında, ama dördüncü çocuğunu doğuracak (her ülkenin doğusunda böyle inanışlar mı var acaba?)

Eve gelince de biraz internete takıldı ama her akşam bu süreler daha da azaldı. İlk günlerde arkadaşlarıyla sohbete daha fazla süre ayırırdı. Facebook'ta benim sayfama Türkçe notlar yazdı. Ardından tabii yine bizim akşam sohbetleri ritüelimiz başladı. Sürekli Türkçe kelimelerle bir şeyler demeye çalışıyor. Öğrenmek istediğini söyledi :) Ondan önce benim fransızcamı daha geliştirmem lazım ya neyse. Yalnız valla çok ilerledim. Kızımın onlara gitme zamanına kadar iyice ilerleyip, ben de mi takılsam gruba acaba diye pis planlarım var :p N'olacak ben de evde annesiyle bebek bakarım artık. Onun bebekle ilgilenmesi gereken zamanlarda börek, zeytinyağlı fasülye, mercimek çorbası, salyangozlu bulgur filan yaparım, lavabo ovarım, çarşafları silkelerim.. Fena mı... :))


Restoranda öyle çok yedik ki, feci tok geldik eve. Sonradan baktım ne yemek yiyecek haldeyiz, ne de bir şeyler yemeden uyuyacak. Hadi kızlar, brownie yapmak ister misiniz dedim. Koşa koşa geldiler. Malzemeleri hazırladım, önlerine sürdüm. Biri yumurtaları kırdı, diğeri yağı ekledi derken, attık fırına (bu arada artık sofra kaldırmaya da yardım eder oldu kendiliğinden). Pişene kadar zor beklediler. Olunca da salonda onlara 'brownie+süt' pikniği hazırladım. Bir ara televizyonda 'Yetenek Sizsiniz' gördük; bunun Fransa'da da olduğunu söyledi ve biraz izlemek istedi. Jürinin hayır dediklerine üzüldü. Bir akşam önce de 'Yok Böyle Bir Dans'ı görmüştü biraz. Pascal Nouma'yı orada görünce şaşırdı haliyle. Ama benim asıl beklediğim, her programda Acun'un olmasına şaşırmasıydı da, fark etmedi :) Oyalansınlar diye aldığım Fransız filmlerine hiç ilgi göstermediler bile. E sohbet gırla tabii.. Halbuki film izlemeyi çok sevdiğini çok iyi biliyoruz. Asıl film bizim evde dönüyor ya :) Hatta dizi film.

Bu film bitmek üzere.. Yarın akşam da veda yemeği var. Fazla makyaj yapmamalı. Hediye olarak alacaklarımı hâlâ almadım. İlginçtir ki, sözüm ona, almadıkça gitmesini geciktireceğim gibisinden bir bilinçaltı çalışması var sanki bende. Şizofrenimsi halüsinasyonumu artıracak bir başka çalışma düşüncem de, o gittikten sonra sanki gitmemiş gibi, olay akışlarını kurguya bağlayıp (yani kafadan atıp) yazmaya devam etmek falan gibi. "O gitmedi, kalbimizde ve blog'umda yaşıyor" minvalinde psikopat bir plan. Yok yok, korkmayın kayışı o kadar sıyırmadım :)) (hayır, hayır, hayıııırrrrr...)

Bu sabaha karşı o kadar çok öksürdü ki, sonunda kalktım. Ballı ılık süt yaptım, götürdüm. İçmez belki diyordum ama içti. Annesi de yaparmış. Yastıklarını artırıp dik yatmasını sağladım. Ayyy bir de 'sağol' (Türkçe) demez mi sabahın beşinde. Sabah uyandığında, gece çok öksürdün, dedim. Ayyy bir de 'pardon' (Fransızca) demez mi... Hayıır senin için, benim için değil, dedim. Ne dedi? Ayy gene 'sağol' dedi.
Yok yok bu kızın bir an önce gitmesi lazım. Yoksa paralayacağım bu kızı ben. Şeytan diyor, al mıncık mıncık yap :) Ona yapamadığımı kızıma yapıyorum da, deşarj oluyorum artık. O zaten alışık bu hallerime :)

Perşembe'den itibaren blog'uma, "hasret nedeniyle kapalıyız" yazısı asmayacak şekilde yeni konular, ya da yeni yabancılar bulsam iyi olacak... Ya da birileri benim için yazıversin bir şeyler. Maksat dükkanı kapatmamak..

14 yorum:

  1. Aile ortamınız gerçekten çok güzel , nazarlar değmesin, herkesin isteyeceği bir ailen var.. Frenk gidince çok üzülme, ağlama sakın.. Çünkü eminim ki onun hayatındada çok güzel anılarda yer etmişsinizdir.. Ne mutlu sana.. Bende bu sabah öksürüklerle uyandım.. Yurt odasında, ne bir anne eli, nede ballı süt yapacak kimsem olmadı malesef, kalktım doktora gittim, bissürü ilaç ve ben iyileşmeye çalışıyorum.. Sanırım kıskandım Frenk'i..

    YanıtlaSil
  2. Ribelle, çok geçmiş olsun. Hişşt sen büyüdün artık :p Yok yok sen de olsan yapardım. Umarım hemen iyileşirsin.
    Frenke ağlayacağım kesin. Kendimi biliyorum. Allah başka dert vermesin yahu, ben de çok oluyorum artık :)

    YanıtlaSil
  3. Ağlayacağını tahmin edebiliyorum çünkü ben olsam bende ağlardım.. Hayatımızda yer eden insanlar uzaklara giderken, gözümüzden dökülen yaşlara engel olamıyoruz malesef .. Ama dediğin gibi allah başka dert vermesin.. :)

    YanıtlaSil
  4. Film gibi gerçekten, başlık da tam oturmuş neşeli günlerin 2010 versiyonu diye...bu kadar güzel bir koşturmaca, ancak bu kadar sıcak bir dille anlatılabilirdi elinize sağlık...ama hepsi bir yana da, o brownilerin fotoğrafını koymasaydınız keşke, çok kışkırtıcı duruyorlar çok! baktıkça yiyesi geliyor insanın :))

    YanıtlaSil
  5. sağol Ribelle'cim...

    Springoss hoşgeldiniz.. Ben de size gelecektim, gerçekten de :) teşekkür ediyorum..
    Keşke brownielerden ikram edebilseydim :((

    YanıtlaSil
  6. müge,
    inanılmaz güzel yansıyor duyguların bize...
    ...önce duygulandık ama...sonra yine kahkahalara boğdun beni:)))
    sen çok yaşa,hep buralarda ol...
    sevgiler...

    YanıtlaSil
  7. Cepayna'm... yaşıyorum.. çok içten bir şekilde.. çok sevindim yazdıklarına.. ve çok mutlu da oldum.. hep bir arada olalım.. sana bakmadan günüm geçmiyor..
    var ya, yorumlara cevap yazmakta geciktin mi merak ediyorum :)

    YanıtlaSil
  8. Okadar iyi tanıyoruzki, İzmirde olsak havaalanına gelirdik geçirmeye,
    o sahneleri okurken selpakla oturmak gerekecek bilgisayar başına herhalde:)

    YanıtlaSil
  9. Bilmiyorum ben Goşimi gönderdiğimde çok ıssız hissettim evimi..kızların iletişimi çok farklı..bir de kalış süresi 3.5 ay olunca yarı anne hissediyorsun kendini ona karşı..dişinin ağrıdığı günü hiç unutmuyorum,birlikte ağlamıştık..ama ben dişinin bahane olduğunu hissetmedim değil aslında annesini çok özleyip bana sıkıca sarılmasından anladım..çok şekerdi çok..onu gerçekten özlüyorum..Eminim sen de özleyeceksin..

    YanıtlaSil
  10. deepblueeagle, maksat sana da cevap vermek olsun: :)))

    Sinemcim, umarım sizi de ağlatmam.. ama yüreğim hamur gibi şimdiden..

    crazywomenrosemary, abartmıyorum di mi ben? ay nasıl sevindim benzer şeyleri yazdığına... bir yandan da kendi çocuklarımdan çok sevmişim gibi algılanmaktan ödüm kopuyor. Tabii ki o kadar uzun boylu değil, ama bu da pek tatlı geldi yahu :)

    YanıtlaSil
  11. Kesinlikle paylaşıyorum hislerini..yavrum o kadar sevimliydi ki..Polonya ya davet etti beni..ben de hem özlem gidermek hem de oraları görmek istiyorum..:))

    YanıtlaSil
  12. Şuan o restarona aşık oldum desemmmm? :O Ve Frenk olayına gelince fazla ağlama, ben de ağlardım evet ama ne biliyim üzme kendini :)

    YanıtlaSil
  13. Modafobik, restoran gerçekten müthiş. Manzara, yemekler ve ormanda gezinti..
    Fazla ağlamam, ama ağlarım...
    Hoşgeldin :)

    YanıtlaSil
  14. Tire'de ki o restauranta bende gitmiştim bir zamanlar .

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)