9 Kasım 2010 Salı

DOLMAYIN İÇİME KOR TANELERİ


Dün akşam üstü bir anda, aslında dün akşamki yemeğin, evdeki son yemeğimiz olduğu aklıma gelmesin mi.. (İsa'nın ne hissettiğini anladım sanki). Amanın oldum! Çünkü bu akşam veda yemeği var ve bir restoranda tüm frenkler ve misafir eden ailelerle birlikte olacağız.
Göğsümde dalgalanan bir su vardı sanki. Hani içinde yarı akışkan renkli sıvılar olan, sallayınca kar taneleri harekete geçen süsler vardır ya; işte sanki kalbimin çevresinde o sıvı devinmekle meşguldü. Ne akıp giden cinsten, ne yapışıp kalan... Ruhum o sıvıya kaçmış gibiydi. Gözlerim de o sıvının yarattığı karışıklıktan fırsat bulsa yaşlarını salacaktı.
İşten çıktım Tansaş'a girdim. Off orada da melankolik kıvamda bir şeyler çalmıyor mu! Sanki Tansaş bile benim bu halimi körüklemeye çalışıyordu. Çay için girdiğim marketten, "bunu da sever, şunu da sevebilir" diye bir sürü şeyle çıktım. Evde yemek olmasına rağmen, seviyor diye bir de tavuk şinitzel aldım. Biz İzmirliler "çiğdem" deriz, ay çekirdeği bile aldım ya, kendimi ayakta 15 dakika alkışlamak istiyorum. Pesss denmelik bir durumdayım galiba.
Kasada önümdeki amcayla delikanlı ödeme konusunu o kadar uzattı ki, neredeyse, "n'olur bana izin verin, ben hızlıca ödeyip çıkayım, çünkü bu müziklerle birleşen o sıvı, beni ağlatmak üzere" diyesim geldi. Deriiin birkaç nefes alıp, sabrımdan yardım istedim. Oyyhh çok sıkıldım...


O sırada eşim aradı. Evdeymiş ve kızlar yok, biliyor musun nerdeler, diye sordu. Kızım beni aramış ve frenklerin Çeşme gezisinden dönerken, otobüste bir sorun olduğu için biraz gecikeceklerini ve onları okulda bekleyeceğini söylemişti. İyi de, şimdiye kadar gelmeleri lazımdı, diye düşündük. Eşime hemen kızımızı aramasını söyleyip, ben de markette dışarı fırladım.
Apartmandan içeri girip de asansöre binince ne olsa beğenmem? Hangi müzik zevkinin oluşturduğunu bilemediğimiz bir cd dönüp duruyor asansörümüzde. Bazen Abba çalıyor, bazen sosyalist enternasyonel; öylesi bir değişik yani. Bu defa da vıcık vıcık bir yalnızlık şarkısı... Yeteer, gelmeyin üzerime yaa!
Allah'tan market ile ev arasındaki sürede kızlar gelmiş eve. Elimdeki paketleri bıraktığım gibi odalarına koştum, bir sarıldım öptüm onları. Arkadaşlarımdan da öpme siparişleri almıştım, onlar için de öptüm :)
Bu arada otobüste sorun falan çıkmamış, meğer frenk hocalar alışverişi o kadar uzatmışlar ki, geç kalınmış. Otobüs sorunu oldu diyen de bizim hocamız, utandı mı ne...

Sofrayı kızlarla hazırladık, yedik, sohbet ettik. Sıra kalkmaya geldiğinde kalkasımız gelmedi. Kalkarsak, bir daha ne zaman olacağı belli olmayan bu güzel akşam sofrası da bitecekti. Ama kızımın ve oğlumun bugün  sınavları olduğundan, çalışmaya gitmek zorundaydılar. Ben de frenkle masayı topladım. Anam frenk bir konuşuyor, durmak bilmiyor; bıcır bıcır :) Hani lafı lafa bağlamak deriz ya, aynen o hesap. Karşımdaki konuşurken yüzüne bakmamayı hiç sevmem, o yüzden de kafamı çevirip işime devam edemiyorum. E artık ben de dayandım bankoya, koyverdim masayı, tabağı çanağı.. :)
Geçen Mart ayında attan düşüp, ayağını kırdığını ve ameliyat olduğunu anlattı. Ayak bileğinin yanında bir dikiş izi görmüştüm zaten (ayakları da pamuk gibi). Çivileri varmış ve ileride ameliyatla onlar alınacakmış. Benim yüz ifadem anında "vah vah" ifadesine döndü haliyle. Artık at binmeye korkuyormuş, ama hocası kalbini bir kenara bırak ve bin diye ısrar ediyormuş. Oysa bu hiç de kolay değilmiş. Çünkü epey şiddetli bir düşüşmüş, korkusunu yenemiyormuş hâlâ. Ay kıyamam ben sana be frenkcim...
Sonunda mutfaktaki işi bitirdik derken, bir anda bilgisayara koştu ve bana beğendiği oğlanın Facebook'tan fotoğraflarını göstermek istediğini söyledi. Oğlan öyle popülermiş ki, ona bakmazmış, onunla sevgili olmaları ancak bir hayalmiş. Oğlan da kara kuru bir şey. Bizim kaymak frenke hiç yakışmadı yahu :)) Evladım seni daha ne mühendisler, ne parfümcüler, modacılar ister de, Paris moda haftasına katılırsınız birlikte, diyesim geldi de, diyememe nedenimi bir kez daha zikretmeyeyim artık :)
Ardından Skype'a zıpladı, annesiyle konuşmaya başladı. Annesi bu defa çekinmedi ve benimle hemen konuşmak istedi. "Madaaam kızın gidiyor ve biz de çok üzülüyoruz çook" benzeri cümleler kurdum. E o da haliyle, kızı eve dönecek diye mutlu olduğunu söyledi. Haklısın ciğerim, evlat hasreti kolay değil... Daha önceki Skype sohbetinde göremediğimiz erkek kardeşlerini ve kedilerini de gördük. Sonuç olarak tatlı ve birbirine bağlı bir aile. Anafikir: kızım güzel bir aile ortamına gidecek. Bana her şey için teşekkür etti, sağolsun. "Ne demek, başımızla bir. Her zaman bekleriz. Aa bakın bunu saymayız. Daha karpuz kesecektik. Yaza kadar kalsaydı" dedi iç sesim (ah o iç ses, konuşmaktan helâk oldu günlerdir).

Neyse, bu yazı fazla uzadı sanki.
On günlük frenk destanı yazdım resmen. O gelmeden önce her gün defterime kısa notlar alayım da, anılarımızı unutmayalım, diye düşünürken, buraya yazacağımı hiç düşünmemiştim. İyi de oldu, artık neredeyse her ânımız ve anımız kayıt altında. Kendi kızım onlara gittiğinde bile bu kadar çok şey bilemeyeceğiz. 28 Nisan'da da o gidecek, bir aksilik olmazsa.

Şimdi ben kendimi işime gücüme vereyim de, o sıvı tekrar harekete geçmesin...

10 yorum:

  1. Frenk'i bir evlatlık almadığın kaldı :) Yakında annesine başvuru yaparsın :) Anılarınız yüzünüzü gülümsetsin..

    YanıtlaSil
  2. Syrakusacım, pasaportunu sakladım. Çaktırmadan vesikalık gibi fotosunu çektim. Nüfus cüzdanı kayboldu, hükümsüzdür, diye de ilân verdim. Yakında benim olacak o da.. Nıhahaaha :ppp

    YanıtlaSil
  3. Yaşamında anımsadığın güzel kesitlerden biri olacak ne güzel..:)) Kimbilir bir koşu gider onunla özlem giderirsin belli mi olur?

    YanıtlaSil
  4. Bu güzelliği öncelikle evine sağ salim ulaşması tamamlayacak. Sonrası kısmet artık..
    Teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil
  5. valla frenki biz de özliycez.

    şu karlı, sıvılı oyuncağı hiçbiryerde bulamıyorum. bulsam alacağım. başka türleri var. ama o yok.

    YanıtlaSil
  6. Frenkle iletişimimi sürdürebilirsem, yani yazışarak, Cin Ali serisi gibi haberlerini yazarım artık :))

    Hımm kar küresini bilmiyorum nerde vardır.. aklımda olsun bakınayım.. amaaan olmadı, frenke söyleriz. O alır yollar ;))

    YanıtlaSil
  7. Amanin gidiyor mu? Bak şimdi o sıvıdan bende de fokurdamaya başladı. Şimdi tam da gününü bulmuş, 10 Kasım'da Atatürk için bayraklar yarya inerken sen de evdeki perdeleri yarım çekersin Frenk için, bir nevi üzüntü işareti olaraktan:)
    Şaka bir yana sağ salim yerine ulaşsın inşallah, seni avutmak için öykü etkinliği düzenledik blog alemi olarak, dağıtırsın kafanı ne yazsam diye düşünürken:)))

    YanıtlaSil
  8. Valla gidiyor Leylak Dalı'm.. :(
    Geçenlerde yazdığım yazılardan birinde benzer bir ifade kullanmıştım, ama sonra sildim: 10 Kasım'da, ben de frenkin ardından çarşafını yarıya kadar açık bırakıcam, toplamadan önce.. diye :)))
    Ve ayrıca evet, o etkinlik hızır gibi yetişti. Allah razı olsun arkadaşlar :)))

    YanıtlaSil
  9. Sevgili Müge,

    Yabancı bir misafiri hele ki dil karmaşası da yaşanıyorken nasıl misafir edilir konusuna ışık tutacak bir çalışma hazırladın, vallahi tebrik ederim. Müthiştin, müthiştiniz :))

    Artık senin oğlana bir yabancı gelin bulmak elzem oldu :)))

    Ellerine sağlık, Sevgiler...

    YanıtlaSil
  10. Çokkk sağol sevgili Momentos...
    Yok valla, büyük laf etmeyeyim ama her gidişte böyle kötü olacaksam, yabancı gelin olmasın. Kısmet.. Bakalım hayat neler gösterecek bize..

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)