3 Kasım 2010 Çarşamba

'BİR LİSAN BİR İNSAN'SA, BEN İKİ BUÇUK İNSAN OLDUM ARTIK

Evde hepimiz pek bir kibar ve düzenli olduk. Türkiye'yi ve Türk ailesini temsil etmenin görev bilinci üzerimize elbise gibi oturdu. Hafif İtalyan havasında geçen yaşamımıza, frenk aristokrasisi imza atmakla meşgul. Ev içinde değişen şeyler içinde en hoşuma giden, çocuklarımın, ayıp olmasın diye yataklarını düzelterek okula gitmeleri ve giysilerini aynı gün toplamaları. Bunun kalıcı bir değişiklik olacağına gözüm hiiç seyirmiyor ama bu balayı dönemi de güzel yahu. 10 Kasım akşamından itibaren eski dağınıklıklarına döneceklerini biliyorum ama en azından bunca yıldır "evladım şu yataklarınızı hiç olmazsa örtüverin, giysilerinizi hiç olmazsa düzgün çıkarın" diye dilde biten tüylerin, boşuna bitmediğini görmüş ve bu çocukların aslında bunları öğrendiğini anlamış oldum. Ha misafir gidince, tüylerim gene bitmeye devam edecektir, fakat on günlük düzeni yad ederek mutlu mutlu fransız kahvelerimi yudumlarım. Tabii yanında karamelli fransız şekerlemelerini de yiyeceğime eminim. Şekerlemeler için söz veremem ama dünyanın kahvesi hediye olarak geldiği için, bu yazıyı okuyan herkese (okumayanlara yok), "buyrun birlikte kırk yıllık hatır doğuralım" demekten ayrı bir zevk duyarım. Dün içtim ve çok sevdim. Her ne kadar paketin üzerinde Costa Rica yazıyor idiyse de, o yazıdan gözlerimi anında kaçırıp, "ohh frenk elmamın kahvesi, bizi düşünüp getirmiş" deyip, keyfine bir vardım ki sormayın (Gerçi tüm misafir çocuklar, kalacakları evlere kahve getirmiş. Yok yook benimki özel seçmiştir bizim kahvemizi). Ben de anneliğini kısa bir süre için paylaştığım annesine sakızlı Türk kahvesi yollamayı düşünüyorum. Üzerine de "Kios Coffee" yazdırmazsam ne olayım... :)

Dün kızımızın bizim alfabeyi öğrenmeye çalıştığını yazmıştım. Dün akşam da ben onlarınkini sayayım diye eğlence başlattım. Maksat al fabe, ver fabe olsundu. Sonu e ile biten harflerdeki kibarlığa gülmeden edemedik: b, c, d... "Ay bunlar ne zarif şeyler böyle babında: "tres janti" dedim de, pek bir latife oldu. Ama asıl latife ve hatta kopuşumuz k harfinde oldu. Çünkü k'yi "kâ" gibi ve ileri fırlatarak telaffuz etmemi isteyince ve serde de oyunculuk olunca, benim o k'yi söyleyişim tükürülerek söylenen bir küfür edasında dile gelince, bizim frenkin gözlerinden yaşlar gelene kadar güldüğüne ilk kez tanık olduk. E tabii hazır yakalamışken bu ânı, ben sanırım 10 kere falan "kâ" demişimdir. Yine de işin "beaucoup" çıkmadan diğer harflere doğru süzüldüm.

Dün gündüz yaptıkları şehir turundan elinde safran, kartpostallar, kardeşi için bir bileklik ve kendi için ince bir atkıyla döndü. Öğlen belli ki bolca yediği köftelerden olsa gerek, akşam sadece iki tane dolma ve cacık yedi. Ha bir de Kemalpaşa tatlısı yedirmişler ama onu sevmemiş. Eve dönerken de baklava istediğini söyledi. "Ayıpsın, hallederiz" mimikleriyle yardımcı olacağımızı alenen belli ettik. Tadını bilmiyormuş, o yüzden bugün ona baklava prömiyeri yaptırmayı kafaya koyduk. Allah'ı var, yemek konusunda hiç sorun yaratmıyor sağolsun. Yemeğe çağırınca, ocaktaki tencerelerin başına çağırıp, minik bir birifing ile "ahanda yavrum yimahlar bunlar" diyorum. O seçiyor, ben servisini yapıyorum. Benden, kızımın sevdiği yemeklerin (bu tamlama bana hep 'Atatürk'ün sevdiği şarkıları hatırlatır) tarifini istedi, ki kızım onlara gittiğinde annesi pişirsinmiş. Kızıma ağır bir şaka babında, ona salyangoz tarifi vermek aklıma gelmedi değil :) Aslında tarif vermek iş değil de, oraya kadar gidip Türk yemekleri yemesine gerek de yok... diye düşündüm ama komplike cümleler arasında Narnia Günlükleri kıvamında kaybolmak istemedim.

"Anne yetiş"lerin bittiğine dair sevincim kısa sürdü, çünkü kızım fransızca zehirlenmesi olunca, dün akşam iş gene bana ve almancasını şahlandıran eşime düştü. Öyle ki artık almanca bile anlar oldum. Hâlâ nasıl olup da kendi dilimde yazabiliyor olduğuma şaşıyorum. Beynimin yabancı diller bölümü aşure kıvamına geldi. Yabancı dil demişken, dün bizim temizlik günümüzdü. Yardımcımla oturmuş çay keyfi yaparken, misafirimizden bahsetmemek olmazdı. Bize onunla nasıl anlaştığımızı sorup, cevabını duyunca, garibim pek bir takdir etti. Ve aklına gelen tatlı bir anısını benimle paylaştı: Yaşadığı gecekondu mahallesinde bir aile varmış. Anne, baba ve çocuklar yıllardır burada yaşıyorlarmış. Fakat anneanne geçenlerde ziyarete gelmiş ve kadınceğiz sadece kürtçe konuşabiliyormuş. Torunlarla iletişim sıfır tabii. Bu bağlamda dil bilmenin ne büyük nimet olduğundan dem vurdu. Düşündüm de, bu tatlı frenkim gidince evde bir boşluk olacak ve ben buraya ne yazacağım? Acaba bir de kürtçeye mi el atsam diyorum. O anneanneyi bize çağırasım var. Şimdilik çıkarabileceğim tek ses, onların halay çekerken lililili diye attıkları nâra.

Akşam film izletelim de, konuşmak zorunda kalmayalım diye azami çaba harcadıysak da, ne elimizdeki filmlerde, ne de tv'dekilerde frankofon bir yapıma rastlayabildik. Ben de başladım bizim kanalları izlettirmeye. Dizi dizi dizileri yirmişer saniye gösterdikten sonra, Serdar Ortaç'a denk geldik (ki ben ne dizilere, ne de Serdar Ortaç'a yirmi saniyeden fazla dayanabiliyorum). Bu sanatçımızın çok garip dans ettiğine karar verdi. Bu durumda biz de, kendi kızımızın bu vatandaşın konserine, bu yaz iki kez gittiğinden hiiiç bahsetmedik.

El netice, akşamımız ingilizce+fransızca+almanca triosunun farklı kıvam ve miktarlarda karışmasıyla aşurezce konuşarak bitti. Çok da güzel geçti. Yatarken bana iyi geceler dediği an, benim bittiğim an oldu. Ve tahmin edersiniz ki ey okur, kıza bir sarılmışım ki sormayın. Bu mutlulukla gözlerimi kapadığımda, günlerin aslında hızla geçtiğine üzülüyor ve yeri geldiğinde "sayılı gün çabuk geçer" diyen annemin haksız çıkmasını istiyordum. Bu fırsatı yaratan okulumuza, fransızca öğretmenimize ve öğrenci ağırlamaya seçilmeyi başaran kızıma teşekkürü borç bilirim (bi ara öderim).

16 yorum:

  1. müge alemsin:)))
    al fabe,ver fabe ahhhaahhaaa:)

    YanıtlaSil
  2. Müge, muhteşem gidiyorsun :))) türkçemize de çeşitlilikler katıyorsun... işin "beaucoup" unu çıkarmak güzel bir deyiş olarak seni hatırlatacak bana hep :))

    Eline sağlık, sabah sabah yüzüm aydınlandı gülerken :))

    YanıtlaSil
  3. Cepaynası, fabe de "gülüm" demekmiş mesela :))

    YanıtlaSil
  4. Momentos, çok çok sağol.. Ben Türkçe'ye ve onunla oynamaya bayılırım. Engin Fransızcamla da manevralara başladım :))

    Yalnız bir arkadaşım dedi ki: dikkat et bozmasın bu kız seni.. ben de: o zaman bana frambuaz mı denecek acaba dedim (manevra no.2)

    YanıtlaSil
  5. mügee...
    ilk fotoya tıklarsan...görürsün:)
    ben de bayılıyorum,keşke benim olsalardı ama değiller...
    sevgiler......

    YanıtlaSil
  6. gördümm.. çok sağol :) yine de seçip, bize sunman az iş değil.. içimizi açıyorsun..

    YanıtlaSil
  7. Fğenk kahvesinden içmek, içiğmek ve dahi biğ Fğenk de ben ağığlamak (Ay bu kelime tam Fğansız oldu) istiyoğum. Pek imğendim pek:))

    YanıtlaSil
  8. Bizden sonğa sana gelsin, hem zaten şahane kekleğ de yapıyoğsun ;) yalnız aklında olsun, patlıcan kızağtma yemiyoğğğ :)))

    YanıtlaSil
  9. Eğlenceli bir deneyim oluyor anlaşılan... Anlatımın da ayrıca harika... Selam ve sevgiler.

    YanıtlaSil
  10. patlıcan kızartma....yememek...
    zevksizmiş:P

    YanıtlaSil
  11. Güzel, güzel olduğu kadar anlamlı samimi ziyaretinize teşekkür ederim. Bloğumdaki yemek etkinliğine katılmanızı da rica ederim.

    Sevgilerimle..

    YanıtlaSil
  12. Süper komik ve eğlenceli bir kitap okuyormuş gibiyim, sanki Ferhan Şensoy kitabı gibi:))
    ne tabirler öyle, hele eşine "lentil yorgunu" demen:))))
    Günlüğü aksatmaman dileğiyle yarınki maceralrı iple çekiyorum:)
    10 kasımdan sonra kürt anneanneyi ağırlamazsan çok üzülürüm...

    YanıtlaSil
  13. "sayılı gün çabuk geçer" realitesinden yola çıkarsak veda sahnesinde yaşanacaklar başlı başına gözyaşartıcı olabilir..kabaran duygusallık ve ayrılık burukluğu ile kullanılacak kelimelerin olası bir dillerarası karmaşaya yol açmamasına bilhassa dikkat edilmeli. "bak bunu saymayız" ya da "yolun açık olsun" gibi tercümesi zor ve memleket sınırları haricinde pek anlaşılmayacak tabirlerden özellikle kaçınılmalı..arkadan bir maşraba su dökme geleneği canlandırılabilir ki, sevgili frenk elması için memleketimizin karşılama ve ağırlama geleneklerinin yanısıra uğurlama ritüelleri ile de tanışma fırsatı yaratacağından faydalı da olabilir..ayrıca maşrabaya musluk suyu yerine erikli doldurmak hem ayrı bir lezzet olacak hem de misafire verilen değerin önemli bir göstergesi olarak addedilecektir. :))

    tamam..tamam...itmeyin yahu çıkıyorum...

    YanıtlaSil
  14. Deliler teknesi, gerçekten de eğlenceli geçiyor. Sağolasın.

    Cepaynası, kendim de lise sona kadar patlıcan kızartma yememiş ve sonradan kafamı patlıcanlara vurmuştum. Öbür gelişinde pişmanlığından, patlıcanlardan özür dileyeceğinden eminim :)

    Jivago, hoşgeldiniz. Tabii ki katılmaya çalışırım. Mutfakta pek başarılı kabul etmem kendimi ama neyse :)

    Sinem, aslında her gün her gün aynı konuda yazıyorum diye hafiften çekinmeye başlamıştım, ama senden aldığım gazla yazacağım yine. Sağolasın :)

    Levent, önerilerini hemen not aldım :)) Yalnız biz Erikli değil de Madran kullanıyoruz. Veda sahnesinin duygu yoğunluğuna olumsuz bir etkisi olabilir mi diye bilgi verirsen beni çok mes'ud edersin. Olmadı, suyumuzu değiştireceğiz artık. Ayrıca maşrapa, necefli olmasa da olur mu? Hoşgeldin.

    YanıtlaSil
  15. bilmiyorum Müge... Madran"ın PH "ına da bakmak lazım :) düşük PH, duygusallıkta zirve yaptırabilir...klinik deneylerle kanıtlanmıştır:))

    YanıtlaSil
  16. Levent, uyarıların için müteşekkirim inan. Ph'ın ayarını kaçırıp, asite dönerse giderayak kızı haşlamayalım di mi ama :))

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)