2 Kasım 2010 Salı

BANA 'ANNE' DİYEBİLİRSİN

Kaptan'ın seyir defteri
02.11.2010

Dün okulda ilk gününü geçiren frenk elmamızın hangi izlenimlerle döneceğini merakla bekledim. Akşam üzerine doğru, onlar gelmeden evde olayım ve "çalışsa da, bak benim için eve erken gelmiş" dedirteyim diye hastalarımı ayarlamış olmamın haklı gururuyla işten çıkmaya hazırlanırken, bizim türk elmasından gelen telefonla hevesim kursak bölgemde yan gelip yattı.
"Anne, biz tüm misafirlerle birlikte gezmeye gidiyoruz" diyen bir evlâda da, "aaa olmaz, ben işimi gücümü ayarladım, size de brownie yapacaktım; sıcak sıcak yedirecektim. Sakın gitmeyin" denmiyor. Ayrıca "kursağımda takılan takozlaşmış bir heves peydahlattın" hiiiç denmiyor. "Siz mutlu olun yeter" özverisiyle, meraklarımı iki saat öteye ittim. Gezmeleri bitince onları gelip alacağımı da söyledim (yaa bak, Türk anneleri de araba kullanır ve çocuklarını gittikleri yerden alırlar. Ha park yerinde arabayı bulamayabilirler ama olsun).

Almaya gittiğimde dört kızı beni beklerken buldum: iki Türk elması, iki de frenk. Misafir eden diğer öğrencilerden biri ve onun misafirini de metroya bırakacakmışım (yaa bak, bizim de metromuz var. Kaç duraklı diye sormayın ama, var mı var). Diğer Türk kızımız da, ilk gün bizdeki gibi bir ıkınma seansından sonra açılmış (dertleri paylaşmak ne güzel bir his yarabbim). İki fransız aralarında konuşurken, eminim 'ohh be prostatlı idrar gibi konuşmak zorunda kalmamak ne zevkliymiş' demiyorlarsa, ben de bir daha blog'a yazı yazamayayım (amanın acaba bu son yazım mı?)

Diğerlerini o muhteşem metromuza bıraktıktan sonra inanılmaz bir trafik karmaşasının içine attık kendimizi. Yeni elmamla ilgilenmek adına (ki ilgilenmeye bayılırım), kızıma "günün nasıl geçti" nasıl denir diye sordum; söyledi. Tabii ben de doğru mu anladım acaba, yanlış telaffuz edip, bu trafikte hem araba kullanıp, hem de "anlamadım?" sorusuyla kendimi de, kızımı da sıkmayayım derken, zaten kızceğiz sorumu bir güzel duydu :) Ama yılmadım, bir de arkaya doğru dönüp "keskö tu a pase ton jurne" diye büyük bir gururla sorumu fırlattım. Gelen cevap: "bon". Hınkkk.. Yahu onca kelimeyi bir araya getirip, neredeyse kırmızı ışıkta geçmek pahasına yırtınıp sormuşum; aldığım cevap: "bon". Bön bön önüme döndüm. Beni kesmedi diyeceğim ama gerisini getirse ne olacak sanki diye düşünmüş olsa gerek. Kızım da duruma aşinaymış ki, dert yandı: "anne kafamı patlatıp, sorular hazırlıyorum, ama cevapları hep kısa. Sanki debelendiğime değmiyor" dedi. Ama bizdeki yüz ifadelerini görmeniz lazım: yüzümüzde ve sesimizde, sanki neşeli bir şeyden bahsediyormuşcasına bir pozitiflik, bir pozitiflik sormayın. Aman yanlış anlamasın diye... Diyaloglarımız genelde röportaj kıvamında oluyor, çünkü biz soruyoruz, o cevaplıyor. Fazla meraklı biri değil. Olsun...

Eve girmeden önce manava uğrayıp, sevdiği sebze varsa göstersin de onu alıp pişireyim dedim. O da ne, her şeye 'olur' diyor. Dolmalık biber, biraz patlıcan ve taze fasülye aldık çıktık. Bu arada da hepsinin adını ona sorduk, ki vokabülerimiz bayram etsin. Yalnız dere otunu bilemedi. 'Fransızların mutfağında dere otu yoksa, büyük kayıp' diyebilmek ister miydim? Hem de nasıl :)

Eve vardığımızda kızcağızın yorgun bir hali vardı. Suskundu. Beni aldı bir telaş. Acaba sıkılıyor mu, acaba bir derdi mi var... Gerçi tüm gün sıkılmaya fırsat olmadan yoğun geçmiş. Meğer okul çok büyük ve kalabalık gelmiş ona. Sabahki bayrak töreninde 2000'e yakın öğreciyi bir arada görünce afallamış. Kızıma, okulun etrafındaki yerleşim alanlarını gösterip, "buralar da İzmir mi" diye sormuş. Ondan sonra anladık ki, geldiği yer küçük ve sakin bir yer. Ne okulu/kasabası bu kadar büyük ve kalabalık, ne de trafik bu kadar karışık. Hatta yaşadığı yerde bir Mango mağazası bile yok, düşünün artık :))) Bugün götürülecekleri İzmir şehir turundan sonra, dışarı uğramış gözlerini nereye saklar bilmiyorum artık (eve giderken bir göz damlası almalı).
Acıktığını, başının ağrıdığını, bir duş almak istediğini ve varsa bir de ağrı kesici içeceğini öğrenince, garibimin niye böyle süklüm püklüm olduğu iyice anlaşıldı. Hemen karnını doyurduk. Mercimek çorbası vardı; anam mercimek nasıl denir acaba pırpırlanması aldı bizi haliyle. Eşim hemen ingilizcesini söyledi: Lentil. Ben gene her zamanki gibi, aldım bu ingiliz lentil'ini, fransız aksanıyla kıza söyledim :) Kızdan tepki: "ooo dakkorr". Benden tepki: "olleyy!". Fırında patatesli tavuk vardı; ona da kızım atıldı. Sonuç: 1. aşama sorun başarıyla giderildi, çünkü ikisini de çok güzel yedi. Ohh ben yemiş kadar mutlu oldum (zaten yedim de :p). Makarna yiyemedi (ben yedim, çünkü iyice mutlu olmuştum). Ardından ağrı kesiciyi verdik içti. 2. aşama da geçti. Sıra duşa geldi, o da haliyle büyük bir zaferle bitti. Ama asıl zafer yaklaşık kırk beş dakika sonra gülen, tazelenmiş yüzüyle hayata döndüğünü görmek oldu (amma da abarttım ha, sanki kız ölümden döndü).

Uyuyana kadarki sürede, internetten arkadaşlarıyla biraz sohbet etti, kızımla beraber yatağa bağdaş kurup kâh sohbet ettiler, kâh türkçe kelimeler öğrendi. Bir ara (aslında çok ara) yanlarına gittiğimde bizim alfabeyi saymakla meşguldü :)) Arada salona da gelmelerini isteyecektim ama eşim pupa yelken uyukluyordu, vazgeçtim :) Ne de olsa lentil yorgunuydu.

Demem o ki, ikinci günün sonunda ikisi de daha bir gevşemiş, daha bir birbirlerine alışmış ve daha bir bol diyaloglu hale geldiler. Dolayısıyla "anne yetiş" imdatları, "ay ben şimdi ne desem de, şu sessizliği kırsam" kıvranmaları kalmadı. İkisinin de yüzleri aydınlandı. Ben de sözel misafirperverliğimi konuşturmaktan (yırtınmak daha doğru) vazgeçip, olaya manevi boyutuyla dahil olmayı seçtim. Bu akşamdan itibaren bana "anne" demesini isteyeceğim :))

9 yorum:

  1. Ya bu tam alışıp sana "Anne" demeye başladığında gitme vakti gelecek, iş Nasreddin Hoca'nın eşeğine dönecek:))
    Şaka bir yana harika anlatıyorsun, 32 kısım tekmili birden film izler gibi merakla bekliyorum maceranın devamını.
    Sevgiler, kolay gele, au revoir (böyle mi denirdi, kıza bir soruver:))

    YanıtlaSil
  2. Leylak'ım dalı'm, haklısın valla.. "Le eşek de la kuyruk" asılırız biz de :))
    Çok teşekküğ edeğim sevdiğin ve güzel yorumlağın için. Soğmaya ne hacet, evet öyle yazılıyoğ. (bknz: je m'appelle Müge yazısı). Meğhaba ve hadi eyvallah demek en iyi bildiğim şeyleğ :) (aksanım da nasıl güzel di mi? :pp)

    YanıtlaSil
  3. keyifle izliyorum yazdıklarını:)
    kolay gelsin...

    YanıtlaSil
  4. Leylak Dalı'nın yorumuna cevabını okuyunca aklıma Mc Millan ve Karısındaki Enright geldi. Benim zamanımda çok meşhur bir diziydi.
    Bir de affet beni ukalalık yapmak geldi içimden. Dereotu'nun fransızcası Aneth.

    YanıtlaSil
  5. süpersiiinn müge abla!:))Hele de frenk elması lafına ilk okudugumda koptum ...seni 'in person' tanıyan sanslı kişilerden oldugum için olaylar silsilesini bizzat gözümde canlandırabildim...in personun frenkçesini bilseydim de bi hava yapaydım dedim olmadı heheheh
    operim yavrucakları ve seni

    YanıtlaSil
  6. Çok güldüm, çok tatlısınız :-)

    Vocabülarine bir ek: okulda en yakın arkadaşımdan öğrendiğim bir cümle vardı, mon pöti şuşu yani benim küçük karnıbaharım :-)
    Burada şu şu'yu karnıbahar olarak çevirmek hep bir soru işareti olmuştur bende... demek bu fransızlar kısa ve öz oluyor. ya da biz fena halde kandırılıyoruz :-)

    sevgiler.

    YanıtlaSil
  7. Cepaynacım sağolasın, ben de seni zevkle :)

    Kunegondcum, "aneth"i bu akşam aynen öğretiyorum ona. Hah hay bir kelime de benden öğrensin. Havamdan geçilmeyecek sayende. Sağolasın :) Ayrıca Enright'ı tabii ki çok iyi hatırlıyorum. Başka dizi mi vardı zaten seyredecek, o zamanlar.

    Blog'un girls'ü bilirsin tabii nasıl ve neler yaptığımı. Biz bizeyken az eğlenmedik. Öpüyorum tatlım.

    Gökşencim, biz şuşu diye kokoş ya da tiki kadınlara deriz. Kim bilir belki de karnıbahar gibi kabarıp geziyorlarsa, bize bu şekilde geçmiştir :))) Bu arada Sinem'in ve senin blog dergisi düşünecinizi destekliyorum.

    YanıtlaSil
  8. ettik mi üç :-) şahane :-)
    en kısa sürede toplu bir mail grubu üzerinden yazışmak için girişimi başlatıyorum.

    YanıtlaSil
  9. Umarım yetişebilirim yazmaya.. çünkü bu hafta da tiyatro kurslarım başlıyor.. neyse bi şekillensin de olay, bakayım durumuma :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)