29 Mart 2010 Pazartesi

İki Dil Bir Bavul





Vizyona girdiğinde bir türlü fırsat bulup izleyemediğim için kahrımdan öldüğüm ve neredeyse kendime ceza olarak başka filme de gitmeme kararı aldığım bir film. İnternetten film izlemeyi de sevmiyorum açıkçası. DVD'si çıkar çıkmaz, uçarak aldım ve sonunda izledim. Artık sıra diğer filmlere geldi :)

Türkiye'nin içinde barındırdığı rengârenk mozaiğin hem düşündürücü, hem de gülümsetici bir örneğiydi. Yüzüm kâh duruldu ve üzgün bir ifade aldı, kâh gülerek aydınlandı. Bir kere kime üzüleceğinizi bilemediğiniz gerçek bir hikâye: Öğretmenin yaşadığı şoka mı, öğrencilerin hallerine mi, velilerin hallerine mi ve imkânların kısıtlılığına mı... Yeni mezun ve öğretme aşkıyla dolu genç bir insan, doğup büyüdüğü coğrafyadan çok uzaklara (Denizli'den, Urfa/Siverek/ Demirci köyüne), belki de bu kadarını tahmin etmeden yola düşüyor. Bunu yaşamış ve yaşayan o kadar çok kamu çalışanı var ki.. Ama bir öğretmenin durumu farklı bir boyut içeriyor: eğitilmeye aç ve eğitilmesi şart çocuklarımızın varlığı.

Eylül'de okulların açılmasıyla başlayıp, Haziran'da kapanmasıyla biten çekimler, tamamen doğal akış üzerinden yapılmış. Oynayan diyemeyeceğim, gündelik hayatını yaşayan bir öğretmen/öğrenci/köy halkı ekibinin, hiçbir repliği olmadan ilerleyen bir film. Her ay onar günlük çekimlerle tamamlanmış.


İletişimsizliğin aslında temel problem olduğundan yola çıkılarak çekilen bu film, beni, farklı dillerden olmaktan bağımsız olarak, istendiğinde, samimi çaba harcandığında, kalpler açık tutulduğunda iletişim için aynı dili konuşuyor olmak zorunluluğunda olunmadığına vardırdı yine. Aynı dili, coğrafyayı, ırkı, dini, geleneği paylaştığımız ama en ufak bir çatlaktan suyun sızdığı birçok iletişimsizlik yaşamıyor muyuz insanlarla? Temel anahtar önyargıları, at gözlüklerini ve sabit fikirliliği bir kenara bırakmak değil mi? Esnek bakış açılarıyla ve gerektiğinden çok anlamlar yüklenmeden yürütülen iletişimlerde, suyun akacağı yolu nasıl da bulduğuna tanık olmuyor muyuz? Esnekliği bir zafiyet ya da hata olarak gören dar açılarda daralmıyor muyuz? Bir kare içinden değil de, daire yumuşaklığında bakılma durumunda sert köşelerin batıcılığından kurtarmıyor muyuz kendimizi? Prensiplere ve hayat görüşlerine saygı boyutunu tabii ki silip atmadan gülümseyerek başlayan diyalogların hangisinden zarar gördünüz?

Bu filmde öğretmenin, çocukların ve ailelerinin bunu yaratma çabasını da gördüm. Başlangıçta örülü duvarlardaki tuğlaların gittikçe bir yana fırlatılması sonucunda herkese güzel dersler çıktı. Ama şu da var ki, keşke memleketimizin olanakları daha iyi olabilse. Bizler batıda yaşayıp giderken, doğunun kaoslarını, sorunlarını ve çaresizliklerini, her akşam haberlerde televizyonda film izler gibi görüyoruz. Fanus insanı olmayı hiçbir zaman sevmedim, istemedim. Bu filmi izlemeden başka bir filmle iyi vakit geçirmek istememem de, hiç olmazsa oralardaki duyguyu paylaşmadan keyfime bakmak istemeyişimdi. Ha bu mudur yapılacak, oralardaki insanlarımız için? Tabii ki değil. Yapabileceğim kitap, giysi, oyuncak yollamak. Hepimizin evinde yepyeni kalıp da, artık kullanmadığımız, okumadığımız gereçleri yollamak. Ne dersiniz?

2 yorum:

  1. Çok beğendiğim belgesel/film.Bende izler izlemez yazmıştım bloga :)

    http://dalgalariasmak.blogspot.com/2010/01/iki-dil-bir-bavul.html
    sevgiler

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Dalgaları Aşmak,
    Hemen okudum yazını. Biz seninle o zamanlar henüz birbirimizi keşfetmemişiz ki , haberim olmamış :) Teşekkür ederim paylaştığın için.

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)