25 Mart 2015 Çarşamba

İZMİR-İSTANBUL-İZMİR tefrika no.3 ve son

Alana dörtte bir gülerek, yarım telaşla, diğer dörtte bir de “oleeey” tarzında duhul ettim. Valizimi alçak bantlı x-ray kontrolüne sürdüm, ki kaldırmak zorunda kalmayayım. Bagaja verilecek olması nedeniyle kontuarda sıraya girmem gerekiyordu. “Uçağım kaçıyor!!” telaşı rolümü kestim ama görevli sakin olmamı ve yetişebileceğimi telkin etti. İzmir’de alanda kontuarda karşılaştığım görevli, arkadaşımın oğlu olduğu için valizime “öncelikli valiz” kartı takmıştı ve ben ona gözüm gibi baktığım için bagajımın yine erken çıkma ihtimaliyle mutlu oldum.
Bana kala kala 34F koltuğu kalmıştı ama orası benim için bir cennetti artık. Uçağım beni bekliyordu. Son kontrolde daha kuyruğun başında botlarımı çıkarıp galoşları giydim. Tüm kuyruğu çizgili spor çoraplarımın üstüne giydiğim galoşlu ayaklarımla geçtim. Umurum değildi artık. X-ray’den çıksın diye beklediğim çantam bir ileri bir geri gelip gitmeye başladı. “Nesine bakıyorlar ki?” derken, görevli bana doğru o şahane aksanıyla “small sprey” dedi. İzmir’de servisi beklerken yoldan geçen adamın da “have a nice flight” demesi gibi, tipime bakan turist muamelesini esirgemiyordu benden. “Alla alla ne spreyi ki?” derken, aklıma biber gazı spreyim geldi. Tecavüz mağduru olmayayım derken, alanda spreyimi yakalattım. Hâlbuki o sprey hep çantamdadır ve hiç kimse fark etmediği gibi, ben de akıl etmemiştim çıkarmayı. Canım spreyimi oradaki amcaya bırakıp ilerledim.
Salona gittim. Her zamanki gibi kuyrukta sıraya girerek uçağı kaçırmayacağını garantilediğini sanan insanlar yığılmıştı. Tanıdık var mı diye bakınırken, arkamdan “çıt çıt” diye çınlayan bir ses duydum. Bir döndüm; kadının biri deliler gibi sakız çiğniyor. Şahane! En kıl olduğum şey! “Bu kesin bana yakın oturur” dedim. En ağlayan bebek, en pis kokan insan… Hep bana denk gelir. Çekerim çünkü böyle insanları.
Uçağın tee dibine kadar yürüdüm. Koridor kenarındaki koltuğuma kuruldum ki çıtçıtlı teyze geldi. Dedim size, gelecekti zaten. Ve arkasında bir sürü aile efradı. Bir anne, bir baba ve iki boy çocuk; biri 7-8 aylık, biri 7-8 yaşında. Hayatta duymadığım bir dilde konuşuyorlardı; Arapça kökenli ucubik bir dilin Macarca bir aksanının Nepalce bir lehçesiydi zannımca. Çok da konuşkandılar. Yerleri bir türlü beğenemediler. Kim nereye otursun diye fikir teatileri sonunda, bir anne, kucağında bebek ve diğer çocuk benim yanımdaki koltuklara geçti. Çıtçıtlı teyze arkama, baba da diğer taraftaki orta koltuğa. Bebek oturduğu gibi koltuk arkalarındaki PVC’li kartı alıp kafama çaktı. Sonra bir de eliyle pat pat yapmaya başladı. Çocuk delisi olmama rağmen sinirler laçka, kaldırmıyor. O sırada jet sosyete bir teyzenin yerini bir başkasına da verdikleri ortaya çıkınca, yerin sahibi delikanlıyı öne aldılar, jet-sos teyzeyi oturttular. 10 dakika sonrasında, artık yeni bir samimiyet kuracak halim kalmamış olan hostesi dürttüm; mümkünse beni başka yere, hatta acil çıkışı bile olabilir, almasını rica ettim. Bakayım dedi; 3 dakika sonra el etti kalktım. Bebeğin babasına “buyurun böyle” mimikleri yaptım. Bin tane teşekkür etti garibim, sandı ki onlar için gidiyorum. İyilik yap, denize at demişler di mi ama! Arkama bakmadan uçağın önlerine koştum; zaten bakacak fazla bir arka da yoktu. Hostes bana acil çıkış kapısının önünde nur topu gibi bir koltuk ayarlamıştı. Ana! Bir gittim, demin yerini jet-sos teyzeye vererek, o kalabalıktan kendini kurtaran delikanlı da orada. Konuşmadan anlaştık; “nasıl da kaçtık ama!” bakışlarımızla selamlaştık. Ve o ne desin?: “this is much better”.  Benden cevap: “kesinlikle!”. Delikanlı şaşkın; “aa Türk müsünüz?”. Hı hı… Biraz sonra maşadan yeni çıkmış zülüfleriyle bana Musevi din adamlarını hatırlatan, rimel manyağı ettiği kirpikleriyle gözümü alan, bol vıcık rujlu, forması darlıktan helak olmuş hostes de yanımdaki yerine geçti. Olsun varsın, beni mutlu etti ya, istediği kadar makyaja gark olsun (Olmuyo ama, onların kemerleri bizimkilerden daha fazla ve güvenli; bu konuyu havayolu şirketlerine sorayım bi).
Delikanlı muhabbet aradı, bulamayacağını belli ettim. Artık  1 saati aşmayacak yolculuklarda tanımadığım insanlarla iletişime geçmek, dertleşmek, birlikte gülüp ağlamak kızmak, isim söylemek vs istemiyorum; istiap haddim buraya kadar be çocuum, kotam doldu. Zaten yol açık ve geciktiğim bir yer yok. O yüzden ilişkimizi zamana bırakalım. Ama o gene de abisinin helikoptere biniş hikâyesini anlatma ihtiyacı hissetti. Ben hayatta okuyacak halim kalmamış olan kitabımı kucağıma aldım; hani belki “hımm kadın işaret verdi, konuşmak istemiyor” diye anlar.
Ohh havalandık. “Hoşça mı kalırsın, n’aparsın İstanbul, ama ne halin varsa gör ve çocuklarıma iyi davran” diyerek süzüldük. Biraz sonra ikram başladı. Acayip içim yanmış, kola içesim var. Acayip susuz kalmışım, su içesim var. Acayip serseme dönmüşüm, kahve içesim var. Hepsini birden isteyemem, utanırım. O zaman koladan vazgeçmeyi seçtim. Yanına da kek. Delikanlıdan atak: “sandviçleri de güzel oluyor.” Hı hı… Onun da içi yanmış, iki bardak su içti. Bir 10 dakika falan susmayı becerebildi ve sonunda: “Siz Ege Üniversitesi’nde mi okudunuz?” diyerek geri döndü.
“Evet?”
“Ben bilmem kim hocaya ortodontik tedaviye geliyordum. Siz de orada çalışıyordunuz. Hiç değişmemişsiniz.”
Bir anda ilgimi çekti! J))) “Aaa evet oradaydım. Ben de bakmış olabilirim size arada, çünkü bilmem kim hoca benim tez hocamdı.”
“Ya işte ben de bir süre taktım telleri ama sonra sıkıldım.” O arada ağzını göstererek, “bakın şuradan diş çekildi.”
Ben hemen gözlüğümü takıp dikkatle muayeneye başladım. “Aa evet, yarım kalınca tabii, boşluk kalmış orada. Arka dişlerinize ısırın bakayım. Hımm ters kapanış var.”
“Devam edemedim, çocukluk işte. Benim teyzem de diş hekimi, üniversitede ne o hani öğrencilere bakılıyor, orada çalışırdı.”
“Mediko mu?”
“Hah evet, orada.”
“Bir daha bakayım şu kapanışınıza… Üst çeneniz de dar.”
“Evet alt çenem de büyük.”
“Evet, ama önce genişletme lazım. Bu benim tez konumdu.”
“Ben size geleyim mutlaka.”
Bu minvalde bol muhabbetli bir uçuş sonunda, sorması üzerine adımı ve muayenehane no.mu vermek suretiyle vedalaştık.
Valiz konusuna geri geleyim. Tüm uçak halkı olarak bantlardan valizlerin geliyor düdüğü çalıp da hareket başlar başlamaz, ilk kimin valizi çıktı dersiniz? Bu, İstanbul trafiği mağduru ablanızınki!!! Bekleyenlere, “bugünün şanslısı benim” ukalalığını ilk kez yapabiliyor olmaktan duyduğum gururla, sanki beni bekliyormuş gibi park etmiş servise doğru süzüldüm ve yola çıktık. Hani o kısa mesafe vardı ya bizim evle servis arasında (bilmeyenler bir önceki tefrikayı okusun anacım bi zahmet), hah işte o arayı kont gibi ve kravatlı bir şoför beyle katettim. Şoför no.7 maceram seninle bitti. Meslektaşlarından çok çektim ama sen çok yaşa e mi…

Bitti. Hadi hepinize geçmiş olsun J

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

hadi söyleyin bi şeyler :)