İstanbul tefrikasına devam:
En son, havalimanı servisine zar zor yetiştiğim noktada kalmıştım.
Otobüsün dışında nefesimin sakinlemesini beklerken, şoför no.6 da diyor ki “bir
an önce binin, dolmak üzere.” Bir baktım uzaktan elde valiz, gelenler var.
Hemen otobüse uçtum, oturdum. Arkamdan gelenlere yer kalmadı. Zaten o son
koltuk benim hakkımdı; olmasaydı da alacaktım, o ayrı. Yanına oturduğum genç
kız, THY hostesi idi; kulaklıkları takmış cıstak cıstak müzik dinliyordu.
Ayrıca her hostes gibi, sanki hayatı hep hostes olarak yaşıyormuş gibi,
dinamik/ temiz/ disiplinli/ asla yorulmaz/ asla uykusu gelmez/ asla acıkmaz bir
görünüm. Yola çıktıktan bir süre sonra, annesi aradı. Ona anlatışından anladım
ki, servis başka yoldan gidiyor: “Ne?? Servis de mi beni kandırıyor?” diye
düşünmedim değil :p Yeni seçtiği güzergahta da trafik felç olmaktan çıkıp,
bitkisel hayata girmiş. Bu trafik zekeratta artık, çağırın papazı,
günahlarından arınsın bari… İyi de ben niye bu ölüme tanık olmak zorundayım
arkadaş? Artık helva yemek istiyorum! Bir süre sonra ben tabii kıpırdanmaya
başladım, öf pöf halleri. E haliyle kıza bulaşmadan edemedim, ne de olsa o
sinirlerini aldırmış bir hostesti ve belki beni gevşetirdi. Yükselen basıncımı
düşürebilir, maskemi önce bana takıp, sonra da artık yanımda olmayan
çocuklarımınkini de yanıma kumanya olarak verebilirdi. Otobüsten açılacak
kaydıraklı hava yastığından ilk önce ben inmek isteyebilirdim. Denize inmek
bile çok daha sevimli olabilirdi. 20 metrelik mesafeyi 20 dakikada alınca,
hostes de kesmedi, şoför no.6’nın yanına gittim.
Ben: “17:00’de alana varır mıyız?”
No.6: “İnşallah”
Ben: (“inşallah” mı??) “Yol niye böyle?”
No.6: “Nevruz kutlamaları nedeniyle sahil yolu kapalı.”
Allah’ım! Bu şehirde, araba trafiğine açık yola “açık” diyorlar.
Peki ya ilerlemeyen trafiğe hangi sıfat?
Hostese durumu bildirdim, isterse tüm otobüse anons etme fırsatı
sundum ama istemedi. Meğer onun da Kiev uçağına yetişmesi gerekiyormuş.
Hangimizin durumu daha vahim diye düşünürken, onunki ağır bastı. Yetişemezse
siciline işleniyormuş. Gecikme durumunu bildirip, anlayış bekleme hakkı da
vermiyorlarmış. O gidemezse, nöbetçi bir dinamik hostes gidiyormuş. Akşama da
geri dönecekmiş. Kiev’i hiç görmemiş. Ama Muhittin amcası İzmir’de olduğu için
İzmir’i bilirmiş. Buralar Balat’mış. Metroyla gidilse zart diye gidilirmiş.
Bir yandan da otobüs sakinlerine bakıyorum; kimsenin telaş ettiği
yok. Yeni evli oldukları alenen belli bir çiftin, kadın olanı, kolunu kocasının
boynundan dolamış, zıt yöndeki kulağını gıdıklıyor, adam öylece duruyor, diğer
elinde de cep telefonu. Kuzey ülkelerindenmiş gibi duran soğukkanlı amcada da
en ufak bir gerginlik yok. Onun önünde bebeğiyle oynayan bir kadın. Diğerleri
sanki şehir turuna çıkmış gibi bakınıyor. Dedim, “herhalde, bu otobüsün kurbanları
biziz ve bize kamera şakası yapıyorlar.” Kameraya el sallamaya ve bunun gerçek
olmadığını duymaya o kadar hazırım ki. O
ne!! Yol açıldı!! Yaşasın! O ne!! Yol gene kapandı!! Olamazzz!! Bunun gibi 4-5
şoklama yaşadık. Hostese, nasılsa geç kalacağımızı, gidip birlikte bir kahve
keyfi yapmayı teklif edecek kadar kaynaştım. O da olmadı, gel benimle İzmir’e,
Muhittin amcanı kolaçan edersin, dedim. Kızcağız habire gülüyor. O güldükçe ben
gülüyorum. İki büklümüz artık. Bir yere geldik, insanlar insanlar insanlar…
Burası ne böyle dedim. Şirinevler dedi. Orası bence İstanbul’un nüfus patlaması
olan yeri. Ama meğerse yakında metrobüs durağı varmış. Haa tamam şimdi oldu,
bilirim metrobüs ülkesinin halkını. Ben artık kendimi tam, “tamam yahu,
napalım, ucuza kapattım diye sevindiğim biletimi uçak şirketine armağan eder,
yeni bir biletle şahane bir kazık yer, eve dönerim” diye sakinleştirmeye
girişmiştim ki, ufukta havalimanının kapısı göründü!! “Daha adını bile
bilmiyorum” romantizmiyle, birbirimize isimlerimizi bağışladık. Sarıldık,
öpüştük. Ne de olsa 1.5 saatlik bir kader ortaklığımız olmuştu. “Evladım
varınca haber et de merak etmiyim” dedim. Kız “cool hostes”likten tamamen
çıkmış bir halde gülmekte. Birbirimizden ayrılmak zor geldi ama mecburuz L Valizimi
aldığım gibi alana girişimi görenler, “bu kadını Gezi Parkı’nın orada da
gördüm, gene koşuyordu” demiş olabilirler, haklılar.
Bundan bir sonrası uçağa biniş ve yolculuk…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
hadi söyleyin bi şeyler :)