15 Aralık 2010 Çarşamba

İSTEMEM, OLMAZ OLSUN (Cyrano'nun burnu titresin)

Batılı olmak, batıya gitmek...
Hep hedeflenen ve özenilen... Arada bir kıskanılan ve ulaşılamayınca kedinin ciğere takındığı tavırla burun kıvrılan... Hele de eski yıllarda, bulunmaz Hint kumaşı muamelesi çekilen... Gerçi hâlâ değerini kaybetmiş değil, ama ulaşılmazlığının alt edilmesiyle önceki kadar da parlayan bir yıldız değil. Gezmek, okumak, iş ya da sağlık nedenleriyle batıya gidenlerin parmakla gösterildiği devirlerden, neredeyse gitmeyenlere şaşırılan zamanlara geldik.

Bir kez lisedeyken, bir kez de üniversitede asistanken birer yıl yaşadığım yurtdışı topraklarını hiç özlemedim. Lisede değişim öğrencisi olarak ABD'de aile yanında kaldım. Diğeri de araştırma görevlisi olarak Danimarka'da geçti. İkisi birbirinden farklı kültür ve yaşamların içinde olmak inanılmaz bir hayat ve meslek deneyimi ve birikimi sağladı, buna bir şey diyemem. Ama anlatmak istediğim şey bu değil.

Sokağa çıkıyorum; tek korna sesi yok. Otobüsler, durakta yazan zaman cetveline dakika sapmadan, uyarak geliyor; çünkü trafik keşmekeşi yok. Durakların bazılarında sıcak hava üfleyen sistem ile beklerken üşümüyorsunuz. Buna pek ihtiyaç da yok aslında, çünkü otobüsün saatini biliyorsanız, fazla da beklemiyorsunuz ki.

Karşıdan karşıya mı geçeceksiniz. Zaten canavarlaşmamış sürücüler sayesinde güvenlik had safhada.. Ayrıca ola ki, bir araba geliyorsa, ayağınızın ucunu caddeye doğru uzattığınız an durmaları gerekiyor. Bunun için de hemen durabilecek şekilde makul bir hızda ve dikkatle seyir halindeler. Üstüne üstlük, ufukta bir tane bile yaya ya da araç olmasa bile, her dört yol ağzında durmak zorundalar.

Bisiklet yolları, bizim normal yollardan da bakımlı ve pürüzsüz. Bisiklet sürücüleri de trafik ışıklarında aradan kaçmak gibi heyecan yaratmıyorlar. Işıklara tamamen güvenebiliyorsunuz; kırmızıda nasılsa geçen yaya yok deyip, bastırıp gazlayan da yok. Taksiciler deseniz, ne yolu dolandırıp sizi kazıklamaya, ne "kısa mesafe" deyip müşteriyi reddetmeye, ne de slalom yapmalara meraklı. Müşterisi yokken elinde kitabı, okuyarak beklerler.

Gelelim resmi dairelere... Telefonda bilgi alacaksınız, mutlaka doğru bilgi alırsınız. Sizin verdiğiniz bilgiye de güvenirler. Ayrıca telefonda verdikleri bir söz varsa, o söz gerçekten sözdür. Oraya gittiğinizde bunu unutmuş olmazlar.

Hastaneye mi yatmanız gerekti; refakatçiniz olmak zorunda değil. Çünkü öyle güzel ilgilenirler ki, tıp dışından ya da içinden bir yakınınızın sizinle ilgilenmesine ihtiyaç olmaz.

Markete gidersiniz. Sepetinizi doldurup, kasaya gelirsiniz. Poşet paralıdır. Haa önceden bilmeyen benim gibi vatandaşlar mecburen onun için para öderler. Ama bir kez öğrendiniz mi, daha sonra yanınızda poşetinizle gidersiniz. Sebzeler ne bizimkiler kadar lezzetlidir, ne de fiyatları uygundur. Patlıcan çeker canınız; saman gibidir. Hadi alayım dersiniz; ateş pahası. Tek ya da en fazla iki tane alır çıkarsınız. Karpuzlar dilimle satılır.

Özellikle Kopenhag'da insanlar buz gibidir. İklimin etkileri derler hep. Depresiftirler. Güneş ışığının azlığı yüzünden lambaları her daim açıktır. Gözden giren ışıkla serotonin salgısı artsın diye; ki mutsuzluk hissetmesinler. Çünkü dünyada intihar oranı en yüksek ülkeler İskandinavya ülkeleridir. Ben sadece masa lambamla çalışırken, gelip tavandaki lambayı açıp gidenler olurdu. Her sabah gülümseyerek "günaydın" dememe uzun süre şaşırıp, sonra dayanamayıp, bana, bunu nasıl becerdiğimi soranlar oldu. Aile ve arkadaşlık ilişkileri o kadar zayıf ki, kedileriyle evlenenler vardı.

Sağlıkla ilgili olanlar; onlara tek kelime etmiyorum. Ama hayat temposu, sokakların canlılığı, insanların dinamizmi, ağız tadı... eksik işte bir sürü şey.. Ben sokağa çıkınca kendimi koruma içgüdüsüyle zımba gibi oluyorum. Kanıma adrenalin izdihamı oluyor. Ufak çaplı stresin faydalı olduğunu bilirsiniz; işte o hesap. Ben bu tatlı gerginliği seviyorum. Algılarımı açık tutuyor. 'Truman Show'daki gibi mekanik yaşamayı sevmiyorum. Pili asla bitmeyen oyuncaklar gibi tekdüze hareket etmeyi de. Etraf hikaye dolu. Bu yüzden çok daha fazla yazarımız ve filmimiz dışarı açılmalı bence. Çok ilginç bir ülkeyiz; insanlarımız keza.

Yazdıklarımda sadece benim bulunduğum bölgelere özgü olanlar da var. Yani bunların bazıları latin ülkelerinde görülmez. Daşını dorpaanı yidiğim ülkem yaa..

Ha bu arada, biraz da kadın muhabbeti yapayım: Ben o zamanlar kızıl saçlıydım. Danimarkalılar da sapsarıdır genelde, bilirsiniz. Farklı olmak için kızıla boyatanların saç rengi havuç rengi olurdu. Çünkü alttaki asıl renk bir türlü istedikleri kızıla ulaşmalarına izin vermezdi :))) Benim saçıma bayılırlardı. Mavi göz neredeyse herkeste olduğu için kahverengi lens takanlar olurdu. Bizde de tam tersi değil mi :)) Bu da sona yazmadan edemediğim bir kadın muhabbeti olsun ;) E n'apayım ayol.. Zaten çok fazla da erkek yok aramızda di mi kızlaaar :)

37 yorum:

  1. çok güzel anlatmışsın aradaki farkı, ama alışmışız biz keşmekeşe yapamayız öyle çok düzenli:)))

    YanıtlaSil
  2. O zamaaan hemen ballı lokmaya bir kardeş istiyoruz :))) maksat keşmekeş bitmesin ve hep dinamik kalınsın ;)

    Sağolasın.. :)

    YanıtlaSil
  3. Kültür farkına göre değerlendirdiğimizde yaklaşık 50 yıl arkadan takip ediyoruz..GERÇEKTEN DE kuzey avrupa insanı buz gibi oluyor.

    YanıtlaSil
  4. CWRM'cim doğru diyorsun.

    "Adamlar yapmış ya da biliyor abi" tarzında övecek çok şeyleri de var ama "memlekette her şey var" demek de güzel..

    YanıtlaSil
  5. ben de hep bunu düşünürüm.avrupa ülkelerinde belki hayat çok düzenli, ama akdeniz insanının sıcaklığı, akdeniz havası, yiyecekler orda yok.bir de güneşi çok az görüyorlar.ben bursa'da bile bulutlu havalara söylenirken oralarda hayatta yaşayamam.ben hiç batı özentisi değilim.ben doğuyu seviyorum.ışık doğudan yükselir bence. japonlar, çinliler benim daha çok ilgimi çekiyor.seviyorum sarı benizli ırkı. :)

    YanıtlaSil
  6. Hah bak Danimarka bende bir defekt oluşturdu. o da ben ırkçı oldum :))) Yani sarı ırktan hiiiç hoşlanmaz oldum. Çünkü kaldığımız misafirhanede mutfağı ortak kullanmak zorunda olduğum sürüyle Çinli vardı. Hakkaten ilginçler ama negatif yönde..
    neyse şimdi bir de o konuda ötmeye başlamayayım :)))

    YanıtlaSil
  7. merhaba..
    bende hep türklerdeki heyecanın yabancılarda özellikle iskandinav ülkelerinin insanlarında olmadığını düşünüyorum.sebebi hep mevsimselmi yani? buda onların eksikliği!!
    bizler sıcakkanlı ve heyecanlı insanlarız ve çok önemli iki meziyet bence:))

    YanıtlaSil
  8. Sevgili Meyra hem merhaba, hem hoşgeldin. Daha önce blog'una ulaşamamıştım; bu sayede ulaştım.. iyi ki yazdın sağol!!!

    Sana tümüyle katıldığımı biliyorsun değil mi? ;)

    YanıtlaSil
  9. yaaa ben de 2 yıl ispanya'da yaşadım. arkama bakmadan dönmüştüm yuvama :)
    haa saman gibi patlıcanların yanında bir de 1m'lik kabaklarıyla pek eğlenirdim ben...

    finlandiya'da esmer olmanın çook ekmeğini yemiştik vakti zamanında, demeden de edemedim :))

    öperim!

    YanıtlaSil
  10. Müge'cim bir aylığına Almanya ve Hollanda' ya gitmiştim yıllar önce.
    Evet beğendiğim yönleri oldu her iki ülkenin de ama kendi ülkemi de çok özlediğimi hatırlıyorum.
    Kendimizi aşsak belki de hiç farkınız olmayacak ama nasıl olur onu da bilmiyorum?
    Sevgiyle kal canım, çok güzel anlatmışsın...

    YanıtlaSil
  11. turist olarak bir yere gitmekle,orada yaşamak arasında çok ciddi fark var bence...
    .
    nereye gidersem gideyim,nerede kalırsam kalayım,
    şikayet ettiğim şeyleri bile özleyerek dönüyorum ülkeme:)

    YanıtlaSil
  12. Zaten Mügecim, biliyorsun ki bütün ırklar Türklerden türemiştir:)) O nedenle üstümüze ülke, insan tanımayrum uleeeeeyn:)) Türkün gölgede kalıp soluklaşmışına İskandinav diyorlar, Kristof Kolomb'un gemisine kaçak binenden türeyenine Amerikan, çok C vitamini tüketeni Çinli ya da Japon oluyor, kahveyi fazla içen de zenci. o nedenle nereye gitsek kendimizi evimizdeymiş gibi rahat hissetmemiz:))

    Ha bu arada, aslında ben senin erkek kardeşinim dermişim:)))

    YanıtlaSil
  13. Güneş girmeyen eve alkol girer :) Anahtar kelime 'güneş', saygılar...

    YanıtlaSil
  14. Bence oralar gezmelik görülmelik sadece. Ya da kısa süreli yaşamak için. Uzun süre gerçekten yaşanılmaz ya. İsveç'teki arkadaşlarımın hepsi neredeyse 3 ayda bir Türkiye'ye geliyorlar, onlar bile bıkmış oranın o halinden :)

    YanıtlaSil
  15. galiba bizdeki akdeniz ateşi, daha bulunamadı kimse de, üstelik ilacı da yok... ben severim avrupayı, doğuyu da sevdim ama dönüp bakıyor nsan yüreğim dediği şehre saplanıyor. sevgiyle...

    YanıtlaSil
  16. Hiç yurt dışında bulunmadım ama gitmiş kadar oldum yazın sayesinde. Aman ne o öyle. İşe geç kalsan "trafik felaketti" bile diyemezsin. Her şey yerli yerinde. Hiç sürpriz yok. Sıkıcı.

    YanıtlaSil
  17. NzN'cım, bak şimdi şaşırdım işte !! İspanya'dan böyle bir performans beklemezdim.. (Hiç böylesini beklerdim diyesim geldi, bu arada :DD)

    YanıtlaSil
  18. Özlem'cim her ülkenin ve tabii ki özellikle gelişmiş ülkelerin beğenilecek yönleri çok ama ruh yok, ruh :)

    YanıtlaSil
  19. Cepaynacım çok çok doğru söylüyorsun! Birkaç gün, ya da 1 hafta kalıp, oralara kurban olup dönenlere "hayıırr öyle değilll" diyesim gelir.. Hatta derim de :))

    YanıtlaSil
  20. Leylak abicim ne kaddan haklısın :))) Mikemmel irdelemişsin olayı.. Gene güldürdün beni canım abim benim :ppp

    YanıtlaSil
  21. Sevgili Nessuno, güneş gerçekten de önemli bir faktörmüş. Hele de İzmir gibi yerden gidip, 7 ayı güneşsiz geçirince biz de neredeyse ruhen Danimarkalı oluyorduk :))

    YanıtlaSil
  22. Francesca'cım, o kadar haklılar ki...

    YanıtlaSil
  23. y., sevgili y.,
    Yürek hiç kopmuyor ki saplandığı şehirden :)

    Sevgili hüznün tadı, süpperr söylemişsin!! :))) Bu memleket zaten bahaneler cenneti :))

    YanıtlaSil
  24. Benim yaşımda biri bu yazıya yorum olarak aklına gelenlerin hepsini yazmaya kalkacak olursa yeni bir post olur. Birer cümleyle...
    AFS deneyimi olan (sayıları çoktur) arkadaşlarımın çoğu (yaşları gereği belki) döndükleri sene sıkı birer Amerika dostu Türkiye düşmanı oldular ertesi sene sıkı birer Amerika düşmanı devrimci hatta militan.
    Dün kendi emekli olduğum kurumun bir şubesine zorunluluktan girdim ve genç bir çalışan tarafından panda muamelesi gördüm.(Bu da kim, nerden çıktı şimdi bakışları)
    BUgünse, hep aynı yava geçidinde soğukta uzun zaman bekledikten sonra,azgın sürücüleri durdurmak için diğer bekleyenleri örgütlemek ve öfkeli el kol işaretleri yapmak zorunda kaldım.
    Ama başka bir yerde yaşayamam.
    Yine bayıldım bu yazıya. Ellerine sağlık Müge' cim. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  25. Sevgili Asuman hanımcım, ben de AFS'liydim, eşim de. O şekilde dönen arkadaşlarımız oldu, aileleri çok uğraştı onlarla :(( Ki gitmeden önce ve döndükten sonra bu kültür şoklarını yaşamamak amacıyla kamplarımız, eğitimlerimiz oldu. Ne yazık ki sadece bununla kalmayıp,, artık ailelerini beğenmeyenler oldu :(( Hassas işler...

    Örgütlemenize bittim!! ben de yapardım kesin..

    Çokkk teşekkür ediyorum size :)

    YanıtlaSil
  26. Cidden hassas isler ben de 3 yildir amerikada yasiyorum ve yorumlarin coguna katiliyorum. Gelismis ulkelerin duzeni ve oturtulan sistemi cok cazip ve rahat evet ama ulkemin ve insanimin sicakligi yok maalesef.

    YanıtlaSil
  27. ben de trafik yada insanların kabalığı gibi şeylerden dellenip arada kızarım, sayarım, dökerim ama yine de sanırım bizler anca burada mutlu oluruz. ablamlar 17 yıldır amerikada yaşıyorlar ama hala bünyeleri bazı şeyleri kabul edemiyor sanırım. yazın buraya tatile geldiklerinde ilk birkaç gün trafikte (araç içinde veya yaya olarak) panik atak oluyorlar o ayrı konu :))

    YanıtlaSil
  28. Hoşgeldin acai_berry :)

    "Acai_berry Amerika'dan bildiriyor" tarzında oldu, süper oldu..

    YanıtlaSil
  29. Ayucum aslında tabii ki benim de şikayet ettiğim şeyler çok buralarda.. Allah zorda bırakmadıkça, bu ülkede yaşamak çok güzel..

    Ablanların kaskatı olması çok normal.. bayağı uzun süre olmuş..

    YanıtlaSil
  30. alman olasın vardı zaten iyice depreşti, keşke buraları terk etmeden o kaliteyi yakalayabilsek ama nerdeeeeeee

    YanıtlaSil
  31. Toprak, olasıM demek istiyorsun herhalde.. hatta eminim :))) buraları terk etmeden şuna bi açıklık ver de git :p

    YanıtlaSil
  32. Ne Güzel Anlatmıssın Canım ve Dogruları Demısın :)

    YanıtlaSil
  33. dün akşam Firarperest okurken tam da buna benzer şeyler söylüyordu Elif Şafak Danimarka için... Yokmudur bi ortası bi kararı...
    Ben sanırım İstanbulsuz olamam... her yaz hayaller kurarım , karar veririm tamam derim kesin bu kez kesin Kaş'a ya da Amasra'ya yerleşiyorum...İstanbul'a döndüğüm gün unuturum aklıma bile gelmez.

    YanıtlaSil
  34. Gerçekten mi? ben daha başındayım o kitabın.. merak ettim!!

    YanıtlaSil
  35. Muge yurtdisi hikayeni merak ediyordum hatta yazsan keske demistim. Ne iyi olmus, yazmissin.
    Hem de ne kadar guzel yazmissin, tamami ile dogru! En komigi sari saclilarin kizil hevesi ile turuncuya donmeleri. Izlenimlerin, dikkat ettigin noktalar, detaylar, yaziya dokusun, uslubun bir harika! Bayildim.

    YanıtlaSil
  36. Didemcim, yurtdışına dair asıl hoş anılar ABD'de geçirdiğim yılda.. daha 17 yaşındayken yani.. hatıra defterlerim var.. vakit bulsam dalacağım onlara da.. birkaç tane yazmışlığım var önceden.. olmazsa onları yayınlayayım da, belki yazmaya motive eder beni :)

    Yorumlarına çok teşekkür ederim :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)