21 Aralık 2010 Salı

BEKLE BENİ YENİ DÜNYA


29 yıl öncesine, eskiden seyredilmiş ama hiçbir ayrıntısı unutulmamış bir film gibi bakabilmek, bu arada yaşananlar ister mutlu, ister mutsuz olsun, insanın gözlerini uzağa konuşlandırıp, hafif bir bıyıkaltı gülümsemesine neden oluyor. Kimin, yetişkin olma yolundaki çırpınışlar, havailikler, kendini “tamam oldum ben artık” sanmalarla bezeli 17 yaş hikayesi yoktur ki.. 46 yaşına gelen ve bu zaman zarfında 2 çocuk sahibi olan ben, kendi çocuklarımı “yaşadığım deneyimleri onlar da yaşasın” deme cesaretini gösterebilir miyim bilemiyorum (Anne olmak yok mu, çok zor iş!) Ama kesin olan şu ki, yaşanan herşey, anlatmakla ya da dinlemekle değil, insan kendi yaşadıkça anlam ve değer kazanıyor. Sanırım şu andan itibaren kendime söz vermeliyim ki, çocuklarıma yol gösteririm ama yoluma çekmem; yapmışımdır ama yap demem, yapmamışımdır ama yapma demem. Sadece uzaktan seyredip, kumandayla kanal değiştirir gibi ipleri elimde tutma sığlığını göstermem, göstermemeliyim. Onlara kendine güveni ve başkasına da yerinde güvenmeyi öğretip, doğaya salıvermeliyim. Galiba benim annem-babam da bana bunu yapmışlardı. Bunu bu kadar geç anlamanın nedeni insanoğlunun “yaşamadan anlamama” formatında yaratılmasından olsa gerek.. Onları daha yeni yeni anlayabiliyorum; ne de zormuş evlattan geçici de olsa kopmak. Geleceğine katkısı olacağı garantisini elinize tutuştursalar dahi, o yıllarda özellikle 17 yaşındaki bir kızı taa Amerika’lara yollamak yürek ister. Yüreklerini öptüğüm insanlar!

Biz lise, hatta üniversite öğrencisiyken, gençlerin yurtdışına gitmeleri hem şimdiki kadar kolay kabul edilebilir değildi, hem de koşullar uygun değildi. O yüzden, o yıllarda (80’ler) yurtdışına gitmenin değeri de büyüktü. İletişim olanaklarının şimdiye oranla çok kısıtlı oluşu, ebeveynlerin evlatlarını uzaklara göndermedeki çekincelerini de haklı gösteriyordu. Düşünsenize, ne e-posta var, ne cep telefonu var; bırakın bunları, ne de evinizden direkt arayabileceğiniz bir telefon sistemi var: santral sırası beklenirdi büyük şehirlerde bile. İnsanın aklı almıyor şimdi bunları düşününce, ama sanırım dünya da bu kadar kirlenmemişti ve dolayısıyla “endişe ve korku” hayatımızdaki yerini böylesi sağlamlaştırmamıştı. O zaman için uzağa yakınınızı yollarkenki tek sıkıntı, hastalık olursa ne olacak idi sanki. İşte benim ailem de öncelikle bunu dert ederek, beni ucunda Amerika’ya gitme ve orada 1 sene bir aile yanında kalma olan sınava sokarken bunu düşünüyordu en başta. E tabii sonra da, yanında kalacağım ailenin nasıl insanlar olabileceği.

Sen misin sınava sokan?

1. sınavı kazanıp da, 2. sınava giderken, anneme söz üstüne söz veriyordum: “Anne, merak etme, kazansam da kesinlikle hiçbir yere gitmeeeem!! Zaten üniversite sınavını da kazanırsam, yurtdışına gidip de sene kaybetmeyi göze alamam.”

1981’in şubat ayı idi. Okulda duyurulan AFS sınavı tarihi gelip çatınca annemle de çatışır olmuştum. O, kendini annelik kıskacına kaptırmış durumda, benim her zamanki gibi cesaretime sarılıp karşılarına çıkmamdan ve tükenmek bilmeyen enerjimin akışından kurtulamayacağımdan endişe ediyordu.

Derslerimde başarılı oluşum, özellikle sınıf arkadaşlarım tarafından bu sınavın da üstesinden geleceğim kanısını uyandırmıştı. Hani derler ya: “arkadaşlarımın teşvikiyle katıldım bu yarışmaya” diye... O hesap.. Yine de sadece onların itmesiyle olacak iş değildi; ha işe yaramadı mı, yaradı ama ben de özgüven patlaması içindeydim. 1 yıl boyunca hiç tanımadığım bir ülkede, kültürde ve yaşam tarzında, hiç tanımadığım bir evde, yabancı bir aileyle kalacak olma olasılığı beni hiç ürkütmüyordu. Üstelik ömrümde ilk kez sadece ingilizce konuşma zorunluluğuna girmek düşüncesi de vız gelip tırıs geçiyordu.

Ben anneme “valla gitmem” sözleri veredurayım, feci soğuk bir şubat günü saatlerce beklediğimiz, 2. aşama olan sözlü sınav sonrasında ablamla eve döndük. Öyle üşümüştüm ki, vücudumun kırıklığından ve yorgunluktan bitap kendimi yatağıma attım; saatlerce uyudum. Akşamüzeri AFS gönüllülerinden, ki bu kişiler daha önce aynı yollardan geçerek AFS öğrencisi olarak A.B.D.’de 1 yıl kalıp dönmüş kişilerdir, bir telefon geldi. Verdiğim sözler hafif hafif buharlaşmaya başlıyordu, çünkü sınavı kazanmıştım ve ilk bizi ziyarete geliyorlardı. Bana ve aileme, gitmenin ne demek olduğunu, ayrıca AFS yönetimine ne görevler düştüğünü anlatmak üzere geleceklerdi; yani tam bir “haklar-görevler” semineriydi. O ana kadar sesini çıkarmayan babam, bu isteği gururla kabul etti. Aslında bu haber hepimizi sevince boğdu. Ben hemen o gün sınavda giydiğim, yegâne elbisemi yeniden giydim.

O gece, eski AFS’liler olan bir bay ve bayanın bizi aydınlatması ağırlıklı güzel bir gece geçirdik. Anlattıkları herşey gözlerimi parlatıyordu. Yavaştan “boşver verdiğim sözleri, sözünü tutmayan ne ilk ne de son insan ben olacağım” diyerek geçirdim saatleri. Onların ardından kapıyı kapatıp da, annem, babam, ablam ve ben başbaşa kaldığımız dakika “ben gidiyorum, bu fırsatı kaçıramam!” dedim. Ve babam ilk kez bir yorum yaptı: “Evet bence de gitmeli.”

20 yorum:

  1. Bir kere okudum,akşama bir ez daha okuyacağım,yorum yapmıyorum ö yüzden..çıkmak zorundayım..:)

    YanıtlaSil
  2. İyi ki gitmişsin bacım be:))
    Aklıma aynı yolla Amerika'ya giden arkadaşlarım Asuman ve Dileği getirdin, ikisi de bizim sınıftandı. Ben de bununla gururlanayım bari, zira benim dilim o hot zot Almanca olduğu için değil gitmek sınava girmek bile hayaldi. Dilek şimdi doktor ve İzmir'de, gerçi Asu da doktor:) Özellikle Asu yakın arkadaşımdı ve uzun uzun anlattırmıştık dönüşte maceralarını:)
    Bir de AFS ve Amerika deyince Nevra Serezli'nin anlattığı bir anısı gelir aklıma, o da AFS ile gitmiş amerika'ya. 1-2 ay sonra kaldığı evin babası Türkiye'deki babaya mektup yazmış; kızınız çok ekmek yiyor engelleyemiyorum, sorumluluk kabul etmem diye. Diğer baba cevap yazıp biz de alışkanlıktır bırakın yesin demiş de Amerikan baba öyle rahatlamış:)
    Ay çenem düştü post gibi yorum yazdım. Öptüm kaçtım bacım:))

    YanıtlaSil
  3. Çok sevdiğim Haldun Taner' in dediği gibi okuyarak değil,soluyarak, koklayarak dünyayı tanımak insana bambaşka kazanımlar sunuyor. Bunu da ne kadar erken yaşarsa insan o kadar önde oluyor olgunlaşma yarışında. Ve o yaptığı her sohbette gençlere yurt dışını öğütlemiştir.
    Tabiidir ki yurda dönüşte bir kültür şoku o yaşta kaçınılmaz bir şey. Benim bir arksadaşım anneme ısrarla (Bayan Yelen diye hitap etmişti) Ayrıca benim arkadaşlarım 68 kuşağındandı ve çoğu da son derece bilinçlenmiş olarak orada neyin, burada neyin fazla ve eksik olduğunu kavrayarak döndüler. O bilinçle yaşamda yerlerini aldılar. Leylak' cığımla aynı fikirdeyim. İyi ki gitmişsin Müge' cim.
    Sonuç ortada :))
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
  4. CWRM'cim ne zaman istersen, buradayız, bekleriz ;)

    Leylak'ım bacım.. yorum pencereleri yetmez oldu dillerimize :) buluşana kadar yaz gitsin.. benim için hiç sorun değil :)

    Asuman Hanımcığım, kültür şoku evet.. bundan olumsuz etkilenenleri de gördüm ne yazık ki.. Yorumlarınıza çok teşekkür ederim..
    Benden de size kucak dolusu sevgiler :)

    YanıtlaSil
  5. Bence çok şahane bir deneyim olmuş Müge'cim:)
    Bence de iyi ki gitmişsin.

    YanıtlaSil
  6. ben çocukarına yap yada yapma deme konusuyla ilgili birşey dicem.. Benim evimde televizyonda öpüşme sahnesi varsa kanal değiştirilirdi, sanki hiç öpüşen insanlar görmeyecek , yada hiç öpüşmeyecekmişim gibi.. Üniversiteye başlayıp artık birşeyleri kendim yapmaya başladığımda, ailemin yanındaki dünyadan çok arklı bir dünyanın varolduğunu öğrendim.. Belki bir müsibet , bin nasihattan iyidir derler ama nekadar çok nasihat duyarsan bence yinede o kulağına küpe oluyor, ve kim bilir belkide o müsibeti daha az hasarla atlatıyorsundur.. Oyüzden bence çocuklarına birşeyleri yap , yada yapma demekten çekinme.. Çünkü annemin bana böyle şeyler söylememesinden dolayı belkide bazı müsibetleri çok ağır atlattım ben..

    YanıtlaSil
  7. 46 demek. Müge abla diyeyim o zaman :)) Büyükler için çok zor oluyor gerçekten. Ben geçen sene work&travel'a gitmek isteyince babamı ikna edene kadar canım çıktı. Tam o ikna oldu, bu sefer de koşullar uymadı ben gidemedim o ayrı :))

    YanıtlaSil
  8. yaa ne olursa geriye dönüp baktığında ne güzel bir hatıra ve kattıkları da cabası; üstelik çocukların için de çok iyi bir rol model. Ben de çok istemiştim ama bir şekilde olamadı; oldurtmadım belki biraz ürkeklik ama keşkelerim içinde hep kaldı ...

    YanıtlaSil
  9. kendi olmayı başarabilen kadınlara hep hayranlık duydum, belki de en büyük çabam kendime yakın durabilmek olduğundandır.bayıldım... bugün 34 yaşında kızı olan ben, ne zaman evlat söz konusu olsa uzun ihsan efendiyi hatırlarım. "buradan gitmek istediğini biliyorum oğlum' dedi, 'kendime hâkim olabilseydim belki de seni, çoktan içine girdiğim bu maceraya bırakmazdım. sana olan sevgim biricik oğlumu tehlikeye atmama engel oluyor. ama bilmek ve şahit olmak en büyük mutluluktur . macera ise büyük bir ibadettir; çünkü o'nun eserini tanımanın başka bir yolu olduğunu görebilmiş degilim. kendi payıma ben, dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. bu, yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. aynı hatayı senin de yapmana yolaçmak istemiyorum. sana izin veriyorum, git. git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta, bu babanın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. dünyadan ve onun binbir halinden korkma".

    yürüdüğün bu yol neyse hani hayat içinde umarım senin yaşına geldiğimde ben de bu heyecanı hala taşıyor olurum, kalbimizin kuşu içinde...

    öperim sabah rüzgarlarıyla...

    YanıtlaSil
  10. Özlemcim evet iyi ki yapmışım.. sağol :)

    YanıtlaSil
  11. Ribel'cim.. aslında orada demek istediğim sadece böyle bir konudaki fikrimdi.. genel olarak çocuklarıma yön gösteren, eğriyi doğruyu önlerine seren, uyarı ve/veya nasihattan çekinmeyen bir anneyim.. ama hepsinin dozu o kadar önemli ki.. fazla söylesen yalama olur, az söylesen içine sinmez.. konusuna göre değişiyor işte.. ama yeri geliyor ki, ne kadar dokunma desen de, kendi sobaya dokunmadan anlamıyor insan.. yani onları ne çayıra salabilirim gözlem dışı, ne de kanatlarımın altında hapsedebilirim istem içi.. bir yerden sonra elden bir şey de gelmiyor; işte o anda kadere teslimiyet ve Allah'a emanet etmekten başka yol kalmıyor :)

    YanıtlaSil
  12. Francesca'cımm sen gene Müge de bana, benim için hiiiç sorun değil.. ya da canın nasıl çekerse öyle yap :)
    Ah ah o work&travel'a ben de oğlumuzu yollamak istedim ama eşim benden daha evhamlı.. çocuk gidemedi.. ama inşallah önümüzdeki yaz fırsat olur ve gider.. darısı başına tatlım :)

    YanıtlaSil
  13. Ünvercim.. olsun, onun yerine başka güzellikler olmuştur..
    öpüyorum :)

    YanıtlaSil
  14. sevgili y.,
    İçime işleyen şeyler yazmışsın yine.. İhsan efendinin erdemi, olgunluğu, sevgisi ders gibi..
    34 yaşında kızın var ha!!?? Şahane! Ne mutlu sana.. Nazar değmesin hiçbirinize..

    Kendime yakın olabildiğim oranda seviyorum kendimi.. kendimi seversem, başkalarını sevebiliyorum. Ne zaman ki, kendimi anlamıyor ya da yakın olamıyorum, o zaman işte "dokunmayın uleyyynn" oluyorum :) Koştura koştura arıyorum kendimi..

    ben de öperim.....

    YanıtlaSil
  15. yok yahu... ben 34 yaşındayım, ha ha ha... ilahi müge:))

    YanıtlaSil
  16. ps.virgülü unutan y. yıllarca yaşlanmaya mahkum olur, kendi elleriyle... yaşayamadan hık mık, mükü :)))

    YanıtlaSil
  17. :)))))))
    sevgiye nokta konmaz çocuğum/ sevgiye nokta koyan sınıfta kalır/ sevgiye nokta konmaz/ onun virgülleri vardır/ sevgiye nokta konmaz/o zaten noktadır,,,,,,,,,
    AsAf

    YanıtlaSil
  18. ben senin o yüreğine sarılırım, yetmez ki bir daha sarılırım, durur bir daha sarılırım,,,,,,,,,

    YanıtlaSil
  19. virgülümüz bol olsun :)

    YanıtlaSil
  20. Kendi kararini kendin vermissin ve ailen de onaylamis, bundan iyisi olur mu? Insan gercekten istiyorsa biraz bastirmali bence, hayata bir kez geliniyor. Benim annem tek cocuk oldugum halde mutlulugum icin simdiye kadar tek kelime soz soylememistir. Kendi cocugum olunca anladim, aslinda ne kadar zor birsey. Cocuklarina kendi kararlarinin arkasinda durmayi gosteren guzel bir orneksin bence. Cok iyi yapmissin

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)