9 Kasım 2013 Cumartesi

GAZ İLE GAZSIZLIK ARASINDA (Tefrika No.2)

Söyleşiye gitme kararını almamın hemen ardından, bilet ve kalacak yer ayarları da çekildi. Çocuklara yakın coğrafyada kalma hayalim ile kitap fuarına yakın olma (Metrobüssüz İstanbul) isteği arasında (bak gene arada kaldım), sille tokat dayak yedim. Bu tepişmeyi tabii ki, çocuk bölümü kazandı. Bu ayarlar yapılıp da, yola çıkılana kadar geçen süre içinde, tümden vazgeçmeye kalkışlarımın sayısını unuttum. Değişik kıvam ve dozlardaki sızlanma ve ringi terk etme denemelerimin sayısını da unuttum. Ne imza ne de söyleşi gözümdeydi. Söyleşi davetinin geldiği ve hızla kabul ettiğim anlardaki dolduruş halim gitmişti. İshale iyi gelen gazı kaçmış kola kadar gazsızdım. Bardakla buzdolabına konulup, diğer şeylerin kokusunu almış süt kadar tatsızdım. Eskiden otobüslerde bilet kesen adamların sıkış tepişliğinden musdariptim. Dolmuşta en arkaya oturan ve parasını ödemeyen müşteriden müşteki bir şoför kadar gamlıydım. Gömük yirmilik dişi şişmiş bir hasta kadar ağrılıydım. Gir gir bitmeyen üniversite sınavlarını bekleyen liseli kadar sıkıntılıydım. Doğumhaneye girip, bir hafta boyunca doğuramayan kadın kadar ıkınıktım. Öldü sanılıp tabuta tepilen insan kadar tıkınıktım. Dolduğu halde, içine hâlâ giysi sokuşturulan bir valiz kadar sıkışıktım.
Bunların hepsi sol omzumdan konuşan şeytanın işleriydi tabii. Sağ taraftaki melek ise helâk olmuştu: "Müge bak, olumsuz bakma. İlle de aynısı olmayabilir. Belki sular seller gibi akar gidersin yollarda," diye diye bir hal oldu garibim. "Di mi ama melekcim."

Pilavdan dönüp de kaşığımın kırılmasındansa, "ya Allah" deyip yola çıkmalıydım. Kulaklığımdan dinlemem gereken tek şey Hasan Mutlucan'dan "Yine de şahlanıyor amman..." türküsü olmalıydı ki, arkama bakmadan meydanlara atlamalıydım. "Her yer metrobüs, her yer direnüş" (uyak yapmam gerekiyordu) demeliydim. Bağzı metrobüsler kahrolmalıydı. "Bu metrobüs çok güzel dostum," demeliydim. "Metrobüsle baş etmeyi sizden öğrenecek değilim!" diye ünlemeliydim. Kızlı erkekli olmaktan çekinmemeliydim. "Biz İzmir'de metrobüse 'gevrek' deriz," diye de şovenliğin dibine vurmalıydım. Her şey bir yana, birini 17 gündür, diğerini 20 gündür görmediğim çocuklarımın kokusunu hayal etmek yetmeliydi.

Bir tek o kokuyu düşünmek yetti mi, yetti! Çünkü bu defa erkenden özlemiştim onları. Çocuklarımı metrobüse yedirtmeyecektim. Benim fobimin, onlara kavuşmama engel olmasına izin vermeyecektim. Metrobüs yolunda gazi, hatta şehit olmaya hazırdım. Olmazsam da niyazi olurdum, ne olacak yani. "Korktu, gelmedi!" dedirtmeyecektim. "Müge, keşke gelseydin, çok güzel bir söyleşi oldu," dendiğinde kafamı duvarlara ve mümkünse taşlara vurmaya hazır beklemeyecektim. Keşke'nin pişmanlığında kahrolmayacaktım. İçsel ve çevresel motivasyonlarımı sonuna kadar kullanacaktım. Son ineceğim durakta "İşte bu kadarmış!" deme zaferini yaşamaktan kendimi alıkoymayacaktım.

Burnumda kokuları, dudaklarımda gıgıları, kollarımda sarıldığım bedenleri, gözlerimde cisimleri, zihnimde anıları, ruhumda huzurları, kalbimde sevgileriyle dönmek varken, çocuklarımın isteğini asla geri çevirmeyecektim.

Murat Kekili'ye cevaben: "Bu fuara giderim, beni kimse tutamaz. Sen bile tutamazsın, metrobüs tutamaz!"






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

hadi söyleyin bi şeyler :)