6 Mayıs 2013 Pazartesi

EDEBİYAT UĞRUNA TABANA KUVVET



Ömrümün ikinci imza günü yine bir kitap fuarında oldu ama bu defa İzmir'de, memleketimde. İlkini İstanbul'da yaşamış, şahane insanlar tanımış ve dönüş yolunda oraya ne için gittiğimi bile unutturan tam üç saatlik bir metrobüs zebilliğine maruz kalmıştım. Bu defa evime yürüyerek on beş dakika (on üç bile olabilir) mesafedeki fuar binasına gidiş sorunum olmadığından, gün aşırı gittim geldim. Hatta baktım çok kısa, biraz yolu uzatayım diye düşündüm mü? Hayır, çünkü ben yürüme tembeliyimdir.

Bir gidişimde, gecikeceğimi fark edince, dolmuşa bindim. Dolmuşta tek müşteri ben olduğum için ortalama 20 km hızla yol alıyordu. Bu durumda şoför abim, yoldan geçen/ona bakmayan/hasbelkader bakan/hayatta binmeyeceği belli olan/bir ihtimal binebilirmiş gibi görünen/otobüs beklediği alenen anlaşılan/sadece karışıdan karşıya geçen/başka dolmuşta aksi yönde giden vs her insan evlâdına korna çalarak beni benden aldı. Yolun daraldığı bir yerde, karşıdan gelen bütün arabalara yol verdi; gören de âlemin en kibar şoförü sanırdı. Dışımdan "E artık biraz ilerlesek" (İçimden: "Yok işte binecek yeni müşteri, ne diye bastırıp gitmiyoruz?") desem de, "Nasıl ilerleyeyim, aygır gibi geliyorlar," diyerek âlemin en kibar şoförü olmadığını anında kanıtladı. Buna verecek cevabım yok muydu? Tabii ki vardı ama en azından birimiz âlemin en kibar insanı olmalıydı o anda. O da bana nasip olacaktı. Bana da bu yakışırdı.
Âlemlerimizin farkı bas bas kendini ilân etti mi etti... En nihayetinde ilerlemeye niyet etti. Bu defa da trafik sıkışmaz mı! Of Allah'ım! "Geç kalıyorum, bari hızla gideyim," diye bindiğim dolmuş, benim tabanvayla gidebileceğimden de yavaş yol alınca, bir süre sonra inmek şart oldu. Ufukta fuarın araç girişli kapısının (ama kitap fuarı değil, İzmir fuarının) ucu göründüğü anda dolmuştan fırladım. Fırlamadan önce "yürüsem daha çabuk giderim" diye bir açıklamaya ihtiyaç duyacak kadar kibarlaşmıştım. (Daha da ileri gidip: "İzniniz olursa ben ineyim," mi deseydim acaba?) Şoför abim "e hadi madem" diyerek bana en sıcağından bir destek verdi. Ne yani, dümdüz inip gidecek değildim ya... Beş dakikada alınabilecek mesafeyi alnının akıyla on beş dakikada katetmiş iki kader ortağı, yol arkadaşı, can yoldaşıydık. Bu sıcak uğurlamaya karşılık el sallamak istedim ama abartmanın âlemi yoktu; ne de olsa âlemlerimiz farklıydı. İndiğim anda, Murphy kanunlarından sayılabilecek bir hareketi beklemedim değil: Trafik tam o saniye açılabilirdi. Ödüm koptu. Şükür ki açılmadı. Koşmaya başladım. O an fuara yetişmekten çok, dolmuşun beni geçmemesi için koşuyordum. Öyle bir depar atmışım ki, bizden çok ileride seyreden başka dolmuşları bile geçtim.
İzmir Fuarına giriş kapısından girmeme az kala, içeri bir araç girmiş ve demir kapıyı yeniden kapatıyorlardı. "Eyvah beni bu kapıdan almazlar mı acaba?" diye içimde fırtınalar eserken, kapı tam kapanmadan içeri daldım. Arkamdan "hoop buradan yaya girişi yok!" diye ünleyecek bir ses beklerken, öyle hızlı koşuyordum ki, beni gören gerçekten de yakalanmam gerektiğine inanırdı. Seslenen olmadı ama olsaydı, caddeye geri döndüğümde şoför abimin beni pis pis sırıtırak bekleyeceğinden emindim. Bir sonraki ana girişe kadar tekrar binmem gerekseydi, dolmuş parası alır mıydı acaba? Bunu hep merak edeceğim sanırım. Aramızdaki hukuktan girip, on beş dakikalık teşriki mesaimizden çıkardım (Şaka tabii ki... İndi bindi için bile para alınan bir memlekette mesainin esamisi okunmaz, değil mi ama? Hem aramızda iki liranın lafı mı olurmuş hiç!)

Kitap fuarına hemen ulaştım. Aman Allah'ım o nasıl bir kalabalık! Bırakın içeri girmeyi, dışarıda bile yürümek zordu. Oradaki en yakın giriş kapısı, memleketin üç harfli sınav silsilelerine hizmette kusur etmeyen ve sınır tanımayan test kitaplarının satıldığı salona açılıyormuş. Ellerinde SBS, YGS, LYS (azıcık daha ıkınsak, OGS, HGS, KGS...) kapaklı test kitaplarıyla ilerleyen irili ufaklı ergenleri yarmam gerekiyordu. Hepsi nasıl mutlulardı! Sanırsınız ki tatilde okumak için dizi dizi kitap almışlar. Onlardan alsalar zaten bu kadar mutlu olmazlardı. Bunu ne yazık ki kendi küçük ergenimde de yaşadım:
"Yaşasın! Kitap fuarına gidip bir sürü kitap alacağım!"
"Aaa ne güzel!" (İç ses: "Vallahi de helâl olsun kızıma, LYS arifesinde bile kitap almaya gidecek ve nasıl da seviniyor yavrum.")
"Birkaç hafta önce aldıklarım bitti, yenilerini alacağım."
"Neler almayı düşünüyorsun?"
"Edebiyat, coğrafya, matematik test kitapları."
"Innkk!!!"
Bi dakka bi dakka... Haksızlık da etmeyeyim çocuğa: Aslında kitap okumayı gerçekten de sever ve kış içinde yeni kitap alıp, yazın okuyacak diye planlar yaptı. Hatta bazılarını okumaya başladı da, deneme sınavı kitapçıkları kıskandılar ve pek izin vermediler.

Neyse, konumuz bu değil ama zorla getirttiler.
Ergen kalabalığını yardırarak salona girdim. İçerisi dışarıdan beterdi. Kâbe'yi tavaf edercesine bir izdiham... İzmir insanının rehaveti hemen anlaşılıyordu. Kordon boyu seyrine çıkmış gibi, kitap almadan yürüyüşe gelmiş gibi, imza gününe gelmiş ünlü yazarları sanki kafesteki maymunları izler gibi, kitaplara "seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli" der gibi minik ve ağır adımlarla seyir halindeydiler.
Beni herhangi bir kitap fuarının içine bırakın, hangisi İzmir'inkidir, şıp diye anlayabilirim. İşte o anda şoför abime yaptığım haksızlıktan pişman bir şekilde, ben de mecburen adımlarımı yavaşlatmak zorunda kaldım.Yayınevimin standına ulaşana kadar kapanış saati gelmesin diye duaya başladım.

Devamı gelecek... 






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

hadi söyleyin bi şeyler :)