15 Ağustos 2011 Pazartesi

ALACAKARANLIK- İZMİR VERSİYONU

"Hava sıcak mı sıcak,
Ellerim yelpazede,
Bir türkü tutturmuşum,
Terliyorsun değil mi?" tarzında akşamla gece arası bir saatti. O sıcağa rağmen yine de, ortalama yarım saat arayla kendini hissettiren esintiye güvenip, kapıyı pencereyi dağıtıp, içeri gelen havayı bağrımıza basmışız. Klima açılsa da olur, açılmasa da gibisinden bir durum... Çünkü bir kere açıldı mı, kapandığı anda, tahammül edilesi bir sıcaklık bile olsa, ı ıhh yok, hayatta çekilmez oluyor. O yüzden de vaziyeti idare edebilirliğimize seviniyoruz. Bisiklete binilebilen köpekli coğrafyada da değiliz; şehir sınırlarındayız. E bu şekilde bunalmıyorsak, şanslıyız denecek bir durum yani.. Karşılıklı açılmış kapı-pencereler neyimize yetmiyor... Ayrıca ana-kız yalnızız evde... kız kıza parti veriyoruz.. ohhh şahane...

Salondaki boşları toplayayım diye (gönüllü garsonluk da yaparım ben), ayağa kalktığım anda sol tarafımda bir yerlerde bir karaltı hisseder gibi oldum. Döndüm baktım, bir şey  yok. Hipermetrop mikrobu kapmış gözlerim yanıldı herhal, deyip üzerinde durmadım. Tam mutfağa ilerliyordum ki, bu defa kızım "bu ne ya!" diye ünledi.

Ağır çekim başlasın:
Anne sehpadaki iki bardağa doğru eğilir. Ağır ağır konuşur (e ağır çekim dedim ya):
"Evvvlaaadıııım biir güün dee kenndiiiniizzz tooplasaaanıızzz şuuunlarııı. Buu sooon tooplaayışıııımmm." Kız biraz mahçup, biraz 'tabii tabii, kesin son' arası bir yüz ifadesi yapar. Göz kapakları yavaaş yavaaş açılır kapanır. Anne eğildiği yerden yukarı doğru yükselirken, solunda bir hareket oldu sanıp, o yöne döner. (Döneceğimiz yöne tam olarak dönmeden önce, dönerken göz kapaklarının kapalı olduğu bir an vardır hani. Bir deneyin bakın, gözler refleks olarak kapanıyor ve bunu ağır çekimde yapınca kapaklar normalden uzun süre kapalı kalıyor) Gözünü açtığında hiçbir şey göremedi. Gülümsedi geçti; 'hipermetrop'a yüklendi aklınca.Tam mutfağa doğru bir adım atmıştı ki, kızından "buu nee yaaa" diye bir ünleme geldiğini duydu. Anne, elindeki bardakları aldığı yere bıraktığı gibi evin antresine kaçmaya başlar. Kızına da "çaaabuukk buuuraayaa geelll" der.

Ay tamam ağır çekim burada bitsin. Hayal ederken bile daraldım.
Neyse...
Salonla antre arasındaki camlı kapının arkasına saklanıp evin semalarında neyin uçtuğunu anlamam çok kısa sürdü. Anladığım anda da elim ayağım kesildi. "Yahu bunlar eve girer miydi hiç?? Işığa gelenini de hiç duymamıştım. Sinek değil, böcek değil, kelebek değil, kuş değil... Hımm ama bu yavru.. herhalde henüz DNA'larına hakim olacak kıvama gelmedi.. Ya da kulakları sağır.. Ya da ses çıkaramıyor ki, geri gelen sese göre uçuşunu yönlendirsin." Bunları tabii tamamen içimden düşündüm; hem de hiç ağır çekimde falan değil. Jet hızıyla. İçimden, çünkü kızıma ne olduğunu söylersem ve ne kadar korktuğum anlaşılırsa, dünyaya yeni bir ödlek kazandırmak istemedim. Evet, bunu da hızla düşündüm. Kim bilir belki de yarasa korkulacak bir hayvan değildir, di mi ama?

Salonda bir aşağı bir yukarı, bir sağa bir sola pike yaparak şaşkınlığını iyice kanıtlayan yavru yarasamız açık pencerenin ve kapının önüne bir santim yaklaşıp yaklaşıp, salona geri döndükçe yüreğimdeki katı sıvı bütün yağlar eriyordu. "Aman da ne güzel, hava fena değil bu akşamla gece arası saatte" diye mutlu olduğumuz anlar geride kalmıştı, çünkü hava akımı ara kapıyı kapatınca şak diye kesildi. Hem korkudan, hem de kapı kapandı diye  beni terler basmaya başladı. Kızımın terlemesinin ise tek nedeni esintiye ket vurulmasıydı. Bu nasıl çıkacak buradan, sorularıyla bekleşmeye başladık (zaten başlamıştık). Ben arka odadan aldığım bir sandalyeye, kızım da yere oturdu. Camın arkasında, yeni doğmuş yarasasını izleyen anne yarasa ile abla yarasa misali idik. Ama sevgiyle değil, ürkmüş gözlerle bakan... Ona bir isim aramak yerine, nasıl defolup gider diye düşünüyorduk. Uçanın kuş olduğunu sanan kızım rahattı. Ama benim içimde fırtınalar kopuyordu.
Öylece bakarken bakarken, aklıma ışığı kapatırsam çıkabileceği geldi. Gerçi salona giremiyordum ki gidip düğmeye basayım; düğme uzaktı. O zaman sigorta düğmelerini denemem gerekiyordu. Beş düğmenin bir tanesinde salonunkini yakaladık. Salon lambası ile televizyon sessizliğe ve karanlığa gömüldü. Durum daha da korkunç hale geldiyse de, başka çare yoktu. Sokaktan gelen hafif ışıkla içeride dolandığını kah görebildik, kah göremedik. Beş dakika sonra sigortayı tekrar açtım: lamba yandı, televizyon kendiliğinden açıldı. Umutların en büyüğü, duaların en yakarışlısıyla burnumuzu cama dayadık. Anaaam "Bat-kid" (yavru yarasanın filmlerdeki adı) hala uçuyordu. Hatta bazen cama yakın uçunca, olur da yüzünü görürüm diye gözlerimi kapadım. Pencerenin dibine geldikçe "hah çıkıyooor" naralarımız, "offf çıkmadı genee"lerle sönüyordu.
Aradan geçen onbeş yirmi dakika bana sanki bir saat gibi geldi. Bir daha salonumuza asla giremeyeceğimizi falan sanmaya başladım. Bir ara kapıcımıza seslenip yardımcı olmasını isteyeyim diye aklımdan geçtiyse de, onun Robert De Niro gibi ekşiyen yüzünü ve bitmek bilmeyen cümlelerini düşününce hemen vazgeçtim. Zaten gelseydi de, bir süre sonra o antreye bir sandalye daha çekmek zorunda kalacaktım; oturur izlerdi bizimle birlikte :))
Baktım olacak gibi değil. Sigortayı tekrar kapatıp, salonu karanlığa mahkum ettim ki dönemeemm... ay pardon aklım şarkıya gitti. Gittik arka tarafa yattık. Aklım yavrunun içerde attığı pikelerde... Ya eşyaları didiklerse.. ya bir şeyleri kırarsa.. ya asla çıkmazsa.. ya salonumu bir daha asla göremezsem: salonda kalan çantamın içinde anahtarlarım, cüzdanım, telefonum.. masanın üstünde bitmemiş kitabım.. sandığın içindeki fotoğraf albümlerimiz.. çocukların bebeklik videoları.. daha taksidi bitmemiş televizyonumuz.. büfenin içindeki güzel kadehlerimiz.. Aman Allah'ım meğer değerlerini hiç bilmemişim; insan kaybedince anlıyor (:p)

Cinnete girip yerimden fırladım. Aradan geçen on-onbeş dakika, göreceli olarak yine uzun gelmişti bana. Fazla bekledim hissiyle koridordan salona Bat-woman olarak uçtum. Sandalyeye çıkıp sigortayı yukarı kaldırdım. İnip, arkamı dönüp, camlı kapıya yaklaşmaya korkuyorum. Ya hala dolanıyorsa diye.

İndim, arkamı döndüm, kapıya yaklaştım, gözlerimi tam açmadan kısık olarak salona diktim. Yok.
"E tabii gözlerim kısık da ondan göremiyorum, gitmemiştir." Yok.
Gitmiş. "E daha kan içecektik ya, nereye gittin? Olmadı ice-blood içerdik serin serin."
Alışmıştık da... insana hüzün basıyor yahu... çok da şirindi kerata... evcil yarasası olan tek insan olacaktım.. ben ona tavşan kanı çay, az pişmiş kanlı et falan da yapardım.. tavana bir kanca asardık, oradan sallanırdı ne güzel.. kim bilir gece gece nerelere gitti?... ne yer ne içer?..

Zevzeklik bir yana çektiğim ohhhh ile karşıki dağlar yıkıldı. Kızım hâlâ onun bir kuş olduğunu sanıyor. Eğer bunu okursa, ne derim bilmiyorum :)) Diyecek şey mi kaldı? Bence kalmadı. E hadi bu "hayvan korkusu tefrikası-no.2" de burada bitsin o zaman.

9 yorum:

  1. Antalya'da bizim balkon civarında da çok uçuyor o meretler. Henüz biriyle gözgöze gelmedim ama balkon ziyareti yaptıklarını sabah zeminde bulduğum kokalak bacak ve kanatlarından anlıyorum (ve insanlar balkonda nasıl yatabiliyor şaşıyorum). İnşallah bu yazıyı okuyup da bacılardan birinin evine girdiğime göre diğerininkine de girebilirim diye düşünmez:))
    Geçmiş olsun bacıcım düşünmesi bile tüylerimi ürpertti:))

    YanıtlaSil
  2. Geçmiş olsun. Okurken çok güldüm ama o anki ruh halini tahmin edebiliyorum. Geceleri balkona çıktığımda bunlar vızır vızır uçuyorlar. Bazılarının radarı bozuk sanırım, bana yakın pike yaparak geçince aklım başımdan gidiyor. Hilkat garibesi gibi birşey yahu :)

    YanıtlaSil
  3. Bizde de kırlangıçların havadaki böcek yeme operasyonu ardından çıkıyorlar sayıları fazla değil ama minik baykuş ailemiz daha sevimli geliyor hepsinin sesi,melodisi ayrı doğada..yazına bayıldım..ama ağır çekim anlattığın kısımda daralmadım desem yalan olur.:))

    YanıtlaSil
  4. OFFFF ucuz atlatmissiniz. Yarasa bu! Amanin isirir mi acaba? Olsun bence kizin kus bilsin yoksa gece ruyasina girer.

    YanıtlaSil
  5. Geçmiş olsun Müge'cim.
    Doğrusu hiç istemezdim evde bir yarasa ile karşılaşmak...

    YanıtlaSil
  6. sıra da fil var sanırsam :))

    YanıtlaSil
  7. Ohh yalnız değilmişim.. amma da korkaksın denecek falan sanmıştım :))

    YanıtlaSil
  8. Müge'cim eninde sonunda bir yavru ne zararı olur ki!
    Ama yinede salonun ortasında bende istemezdim, geçmiş olsun.
    Sevgiyle...

    Nur,
    google hesabımdan giriş yapamıyorum nedense, adsız başlığı için özür dilerim.

    YanıtlaSil
  9. google hesabından ben de giriş yapamadım.. herhalde ben de adsız olarak anılacağım..bu arada yazı nefis olmuş..Hani bir "batman başlangıç" filmi alternatif senaryosu gibi..İyi ki "batman"in dönüşü" yaşanmamış. Gerçi bi yerlerde fragmanını seyretmiştim ama sanırım o sizin evde geçmiyordu..Bu yarasa milleti ile Çatalca"da bi mağarada 4 ayak olmuş çamurlar içinde sürünürken yaşadıklarımı hatırlamak bile istemiyorum...geçmiş olsun :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)