6 Ocak 2010 Çarşamba

Doğanın Kadınlara Kıyağı


Anne olmanın ne demek olduğunu anlamak ancak yaşanırsa mümkün. Şimdi bu tabii ki çok klasik bir yargı, kaldı ki çoğu şey için geçerli. Yaşamımız boyunca birçok role bürünüyoruz, birçok deneyim yaşıyoruz, aklımıza hayalimize gelemeyecek ne çok olayla karşılaşabiliyoruz. Hepsinde de yaşanmışlığın, onu isteyerek ya da istemeyerek deneyimlemiş olmanın "kulağı kesikliğini" hissediyoruz ve pek doğaldır ki yaşanmış her şeyde bir "kaşarlanmışlık" komponentiyle, bir sonraki benzer olaya bıyık altı gülüşü ile merhaba diyebiliyoruz. Yaşadık ya bir kez, "biliyoruz ve zaten heyecan yapacak bir şey de yok". Ne de kolay ve hızla o, belki de çok uzun zamandır beklenen olaydan, sesimizde coşkunun tınısı kalmadan söz edebiliyoruz.

Yaşamımızda gerçek anlamda heyecan yaratan ve bilinçli olarak anımsanabilen olaylardan biri ilkokula başlayışımızdır. Yıllarca "o" gün beklenir. O özel formayı giyip, çanta, kalem, defter vs. sahibi olmayı, okuyup yazabilmeyi istemişizdir. Hatta ödev yapmaya bile özenenler olur bazen. Fakat asla, bir kez yaşandıktan sonra, öğrenci olmanın sevincini, yaşamadan önceki doza çıkarabilmek mümkün olmaz, ne yazık ki. Bir kez elde edildi mi, yaşanıp da tazeliği, heyecanı tüketildi mi ilk günün hazzına geri dönülemez.

Sonra erkekseniz, sünnet olmayı deli gibi istersiniz, kızsanız âdet görüp büyüdüğünüzü kendinize ve arkadaşlarınıza kanıtlamak istersiniz. Çevremdeki yaşıtım erkeklerden biliyorum, coşkuyla beklerlerdi sünnet gününü. Eski yıllarda bu işler daha acılı olurdu, bu yüzden de sünnet sonrası coşku falan kalmazdı. Bu da "sönmüş bir heves" sınıflamasına katılırdı. Peki ya âdet görme isteğine ne dersiniz? Daha ikinci ayda "öff yine geldi!" demedik mi? (Gerçi gelmesine sevindiğimiz durumlar da var ama o yaşlarda değil.)

Lafı çok uzatmayacağım, çünkü söz etmeyi istediğim "annelik" konusunu daha fazla bekletmek ayıp oluyor. Ben de birçok kız çocuğu gibi büyüyünce anne olmayı düşledim. Oynadığım bebeklerime sarılıp, "ya benim çocuğum olmazsa" diye tasalandım. Ama aynı anda da kendime bir söz verdim o küçücük yaşımda: "çocuğum olmazsa, mutlaka evlat edineceğim!". Daha çocuk olduğum çağda, bir başka çocuğun sıcaklığını ve kokusunu hissetmeyi özledim.
İsteyerek ya da istemeyerek fark etmez, çocuk sahibi olmak, hissettirdikleri açısından, çok istenen ve elde edilen başka bir amacın vereceğinden kat be kat daha fazla değere sahip. Hatta kıyaslanabilecek bir eşdeğeri bile yok. İstenmeden dünyaya gelmiş yavrular bile, çok büyük maddi sorunlar yaşanmadıkça, nasıl bağıra basılırlar. Mecburiyetten mi? Asla...
Babalara haksızlık etmek istemem ama (buna birçok annenin de onay vereceğini biliyorum) anne olmak başka türlü bir şey. Dokuz ay karnında taşımak, emzirmek vs. klişelerine girmeyeceğim bile. Ki ben, şanslı bir anneyim, çünkü çocuklarımızın en zor yıllarında eşimin desteği hep yanımdaydı. Ona rağmen, hissettiklerimizin, fark ettiklerimizin ve öngörülerimizin "kalite" farkı yadsınamazdı. Bu doğanın bize bir kıyağı, lütfen erkekler beni yanlış anlamasın. Bu kadar değerli olup, yırtınsan da, en yüksek rüşveti teklif etsen de elde edilemeyecek nadir ve belki de tek değer annelik. Ve yukarıda üzerine bastığım, şu sahip olduktan sonra "heves kaçması" yaşatmayan tek duygu annelik. Hayatınızın aşkını bile "rivayete göre 3 yılda" yitirdiğiniz söz konusu iken, son nefesinizde evladın en hayırsızını dahi sevgiyle andıran tek duygu annelik. Hayatınızı karartan erkeğe bile evlat uğruna dayanma gücünü veren tek duygu annelik. Ömrünüzde olmadığınız kadar sinirlenip ne yapacağınızı bilemediğiniz anların hemen ardından en büyük pişmanlıkları yaşatan tek duygu annelik. En başarılı çocuk doktorlarının bile, kendi çocuğunun hastalığında en aciz hissettiren tek hasta: Çocuk..

Peki ya ikinci çocuk? Hani bir kez yaşandıktan sonra "kaşarlanma" hissiyatı vardı ya, onu annelikte bulamazsınız. Emzirmede, altını almada, ilk süt dişinin çıkışında, ilk adımını bekleyişte zamanı tartma ve el çabukluğu konusunda deneyim sahibi olmanın lüksünü yaşarsınız ama ya katmerlenen duygular? İşte onların sınırı yoktur. Deneyim kazanan ellerinizdir, ayaklarınızdır; hızlanmışlardır, titremezler ama yüreğiniz bu duyguyu hiç tatmamışcasına çarpar. Heves kaçması sendromu yaşanmaz ya da hevesi canlandırma çabası gerektirmez.

Anne olmayanlara ya da olamayanlara nisbet edercesine yazma densizliğine vardırmamaya, daha bu yazıyı yazma ilhamı geldiği an karar vermiştim. Tıp artık eski yıllarda yaşanan dramlara çok da fazla izin vermiyor ama buna karşın anne olamamak da var işin ucunda. Ama doğuran anne olmak şart mı? Maddi ya da diğer sorunlar yüzünden anne babasını yitirmiş ve hatta sokağa düşmüş yavrular var. Onlara sahip çıkmak neden akla gelmez? O yüzden "Anneler Günü"nü sevmem: Çocuksuz anneler için değil sade, annesiz çocuklar için önce.
Hadi bir kez düşünün, siz hiç, bir çocuğun kokusunu ciğerlerinize doldurdunuz mu? Terlerinin ne güzel koktuğunu bilir misiniz? Paris'teki parfüm üreticilerinin bunu başarabileceğini düşünebiliyor musunuz? Mümkün değil. "Haydi çocuklar aşıya" dönemi bitti, "haydi büyükler çocuğa" dönemine ne dersiniz?
Anneme sevgilerimle..

3 yorum:

  1. İşte bu motive edici oldu. Çocuk sahibi olamayanlar bir yana, "doğru zamanı bekleye bekleye 30'unu geçenler kervanı"nda olanlar için... Kendisinin "yapım aşaması" hiç bitmeyen kadınlar kolay kolay cesaret edemiyor, başka bir varlığın yapım aşamasına. Ama evet, doğa bir kıyak geçmiş bize. Değerlendirmek lazım :))

    YanıtlaSil
  2. "İlle de doğurmalı, anne olmalı" diye bir diretici önerme içinde değilim ama kabartma tozu fazla kaçmış hamur gibi şişik egolarından kurtulamamış hemcinslerimiz yok değil. Kendinden 'kısmen' vazgeçebilme cesareti ve katı bencilliklere dur diyebilme alçakgönüllülüğüne ulaşmak bu kadar mı zor? Ruhen çoğul olabilmeyi hazmedebilmektir annelik aynı zamanda. Beyin, ruh ve bedenin çocuklara, tam zamanlı ayrılması şart olan zamanlar aşılınca, pekala da özüne dönebiliyor insan. Önemli olan sevgi kalitesini, kantite ile karıştırmadan samimice sunabilmek. Kendini de mutlu etmeye vakit ayıran anne, çocukla fazla vakit geçiremese bile, çocuğunu mutlu ve tatminkâr bir sevgi ile daha güzel besleyebiliyor.

    YanıtlaSil
  3. tebrik edrim yazınız çok etkileyici..

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)