27 Eylül 2013 Cuma

EN SEVMEDİĞİM MEYVE: AYVA

Geçen sene oğlumu bırakıp da eve döndüğümde, ilk anda odasına girmekte zorlanmıştım. Kalan eşyalarından ve fotoğraflarından gözümü kaçırmaya yeltenmiştim. Sonra da "Çivi çiviyi söker," deyip hepsine dik dik bakıp, "İstanbul sana yenilmeyeceğim!" dedim. Bu diklenmelerden İstanbul'a gına gelmiştir artık ama o da kendine çeki düzen versin biraz. Bu hötlememi ne kadar kale aldı bilemem ama ben üzerime düşeni yaptım, içim rahat. Yine de bir anneden bunu duyması epey bir ödünü koparmıştır. Yedirmem ona çocuklarımı! Biz Gezi direnişinde onu yalnız bırakmadık. O da vefasını göstersin bakalım. Hem son haberlere göre üniversitelerde o kadar çok İzmirli varmış ki, artık kimse birbirine "Nereden geldin?" diye sormaz olmuş. Ha yani İstanbul ayağını denk al, orayı istila etmekle meşgulüz. Her yerinizi zeytinyağlı yemeklerle, gevreklerle ve kumrularla döşeriz de, haberin bile olmaz. Adın bile değişir, İzmanbul olur da şaşar kalırsın. Gelmiyim oraya!

Zılgıtımı da attım, oh şimdi yazmaya devam edeyim.

Şimdi benim bu delikanlının ardından, güzel haberleri aldıkça bir gevşedik bir rahatladık ki, sormayın gitsin. Hatta eski yazılarımdan bilenler bilir, çocuğa düzgün beslenip beslenmediğini bile sormaz olmuştum. Ki aslında gereksizdi ama iç sesin vicdanî baskısına dayanamayıp, ara ara kısık sesle sormaya devam ettim. Kısık sesle sorunca rahatsızlık verilmemiş olunuyor; aklınızda bulunsun.
Çocuk aralarda gitti geldi. Yollarına gül döktük bekledik, arkasını dönünce göş yaşımızı döktük uğurladık. Velhasıl her şey yolunda olunca, bütün seneyi nasıl geçirdiğimizi bile anlamadık ve yaz başında tatil için geri geldi. "Allaah, ister misin şimdi burada sıkılsın bu delikanlı?" diye bir endişe dalgasıyla tam ıslanacaktım ki, bir baktım zaten tüm arkadaşlarıyla birlikte gittiği İstanbul'dan aynı ekiple geri dönünce sıkılacak fırsat da olmadı (Niye? Çünkü İzmir, İstanbul'u istila etti).
O git gel yaparken, biz ona börek/kek/sarma vs yollar dururken, o arada da kardeşi sınava hazırlanıyordu. Yani o da İstanbul'a gitme egzersizleri yapıyordu aslında. Ben de uzağa çocuk yollamış dirayetli anne edasıyla, "Tabii canııım, niye gitmesin ki? Bir güzel alıştık zaten," demekle meşguldüm. Fakat içeride bir tane iç ses var ya, o çok asi ve fazla dobra: "Aha bak bu da gidiyor. Ayvayı yemeye hazırlan!" demekle meşguldü. "Tamam biliyoruz herhalde, bi sussana ya! Vakti gelince düşünürüz onu. Ayva beklesin daha," dedim mi, dedim. O da sinsice ayvayı parlattı gözümün önünde. Hain iç ses! Giden ile gidecek olan arasında yediğim duygu dayağından ağzım burnum kanamadan çıkma çabasındaydım. Kendimle mücadelenin yanı sıra, bu hallerimi de çocuklara yansıtmamaya çalışıyordum. Bu sayede şunu öğrendim: Yansıtmadıkça derdimi de deşilmekten kurtarıyordum. İyi düşünüp iyi oluyordum. Bunun sonuçlarını ileride yazacağım.

Ağbisi gidince evin tek çocuğu haline gelen kızımız bunun tadını pek güzel çıkardı. Daha doğrusu biz çıkarttırdık çocuğa. Önünde ardında dolandık. E tabii hak geçmemeliydi. Netice itibariyle o doğmadan önce ağbisi de 2 sene tek çocukluğun tadını çıkarmıştı (Garibim, öyle küçük ağbi oldu ki, kendini hep ikizi doğdu sandı). Yaz tatili olup da, ağbisi geri dönünce, anında tornistan edip, iki kardeş olmanın gereklerini uygulamaya başladık tabii ki. İki kardeş arasındaki ilişkiye gelince: Eskiden kardeşini çok da takmadığı rolünü çok güzel kesen oğlan, evden ayrı olduğu süreyle birlikte "kol kanat ağbi"ye dönüşmesin mi! Tüm dersane puanlarıyla, çalışma sistemiyle ilgilenmede ve motivasyon tazelemelerde nasıl destek oldu anlatamam. Teknolojinin şahane araçlarından biri olan "Whatsapp" sayesinde bol bol haberleştiler. Tam bir antrenör veya bir akıl hocası tarzında uzaktan kumandayla kardeşini yönlendirdi. Bu da bana, ölsem de gam yemekle uğraşmayacağımı ve gözümün kapalı gidebileceğimi kanıtladı. Sağ olsun! Allah ona da çocuklarından göstersin.

Şimdi bir parantez açıp şu "Whatsapp" konusuna gireyim. Akıllı telefonların sağladığı çok güzel bir imkân. Telefon listenizdeki herkesin en son ne zaman bu programı kullandığını görebiliyorsunuz. Yani: "Çocuk kaçta yattı veya uyandı mı" vs gibi masum takipler yapabiliyorsunuz. Onu arayıp ya da sms atıp dürteceğinize, bir bakıyorsunuz sabahleyin programı kullanmış  ve "Hah tamam uyanmış," diyorsunuz. Çünkü gençlik bunu uyandığı saniyeden, 'uyumaya ramak kala'ya kadar kullanıyor. Bende akıllı telefon yoktu, o yüzden de bunu kızımla yapıyordum. "Bak bakayım ağbin uyanmış mı?", "Bak bakayım ağbin kullanıyor mu?" minvalinde sorularla, oğluma gına getirmeden hayatta olup olmadığını takip ediyordum. Baktım ki gençler sms paketlerini hızlı bitiriyor ve bu beleş programla yaşıyor, ben de çok istemeden de olsa bir akıllı telefonun elini öpmeye niyet ettim. Kimseye muhtaç olmadan kendi imkânlarımla yattığı kalktığı saatleri görüp, kendi kendime mutlu oldum. Ha tabii bir de fotoğraf göndermenin tadını kaçırmak gibi bir avantajı var bunun. Mesela Whatsapp'tan mesaj atıyorsunuz, diyelim ki çocuk o sırada derste, yazmaktansa, sınıfın bir fotoğrafını çekiyor yolluyor. Ya da sınava çalışıyorsa, masasına yaydığı elli tane kitap defterin fotoğrafını... Veya siz neler yapıyorsunuz diye haberdar etmek istiyorsunuz: Televizyon karşısında babasının, elinde kumandayla uyumuş halini çekip yolluyorsunuz. Çocuk da evde her şeyin yolunda olduğunu görüyor. Yeri geliyor, ertesi gün kargoya vereceğiniz puf puf kabarmış keki çekiyorsunuz. "Bak bu senin," deyip yolluyorsunuz. Çok faydalı vesselâm... Ama yine de ayar kaçırmamak gerekiyor.

Ben ayvaya, ayva bana bakarak geçen bir seneden sonra, yaz geldi, okunmuş pirinçler içirildi, sınavlara girildi, sisteme beddualar edildi, "Hayırlısı olsun" şeklinde anneanne duaları edildi, sonuçlar beklenilmeye başlandı. O andan itibaren de "İkinci Geleneksel İstanbul'a Çocuk Yollama" şenliklerine hazırlığa girişildi.



1 yorum:

  1. Mügem o program bildiğin gibi deel çok faydalı:)) ben bakıyorum ha bir kaç dk önce görülmüş...Ya da online hemen yapıştırıyom nbr diye:)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)