26 Şubat 2013 Salı

N.O.B.M.H.A.?*




Bir öğeyi kimi özellikleri daha iyi bilinen bir toplam olarak belirleme, matematikte “açılım” olarak tanımlanıyor. Özel sonuçlardan genel sonuçlara vardığımızda tümevarıp, tersini yaptığımızda tümdengeldiğimiz matematiksel bir döngü içindeyiz sürekli. Ülkeyi, açısının köşesinden geçen bir yarı doğruyla, ana kollara eşit uzaklıkta kalarak açıortay misali de iki parçaya ayıramayız ya… Bölme, bölünme, bölen, bölünen, kalanlar, artanlar, hep artırım, az indirim… Şu terimlere bakınca, matematik kitabına bakılarak yönetiliyormuşuz gibi. Hortumla veya çeşmeden akan suyla dolan havuzların hangi hızla boşaldığını/boşaltıldığını hesaplayabilenler fazla değil. Peki ya, A şehrinden yola çıkan Mercedes’in hızı kaçtı ki, B şehrine varamadan kamyonla çarpıştı? Ayranı var mıydı içmeye?
Asal sayı gibi hissetmek… Bir başkasının bölmesine izin vermeden, ancak kendi iç hesaplaşmaları ve çatışmalarıyla ya ‘1’e, ya da sonucunda ‘1’ çıkmak adına kendi sayı değerin kadar olan değere bölmek kendini... Bölenin bölünenin kendisi olduğu, kendini kendiyle böldüğü, artan hiçbir değerin kalmadığı, sonucunun 1 olduğu bir işlemde olmak... Kendine bu kadar acımasız davranıp, davranmayı ve sonucuna katlanabilmeyi göze alıp, yine de ilerlemeye cesaret edebilmek... “Bunları yaparken getiri gibi görünenler, sular durulduktan sonra götürünün kallavisiyle baş başa bırakacak mı?” endişesi de cabası.
Tüm olaylara, polemiklere, sözde yapıcı diyaloglara, hesap kitaplara, gündem çeşitlemelerine bakınca, tarafsız, fikirsiz ve net olmak istiyorum. Başka bir yeni fikir ve bakış açısı bile okumak ya da dinlemek istemiyorum. Yorulduk artık; daha da yorulmayacağımız ne malûm. Ne o tarafa, ne bu tarafa hak veresim kaldı. Ütopik hippi ekolüne geri dönüp, herkesin barış ve kardeşlik içinde yaşamasının imkânsızlığını unutmak istiyorum.
Sağlığa bakıyorum; türlü türlü değişimler içinde ne yapacağımızı bilemez haldeyiz. Sağlığımız bozulmasın diye,  organik peşine düşsek bile “o da fos” diyenler, ümitlerimizi gübreli toprağın altına gömüyorlar. Bağışıklığımızı yüksek tutalım diye, bol vitaminli, proteinli beslenelim diyorum, bir bakıyorum GDO uzaktan sopasını sallıyor. Elma, portakal, havuç yedireyim diyorum, bir bakıyorum hormonlar dişlerini gösteriyor. Geçen senelerde “aman tavuk yemeyin” diyenler, şimdi tavuk suyu çorbanın antibiyotik etkisinden dem vuruyor. Bir ara televizyonda bir eczacı, “ton balığı yemeye ne hacet, E vitaminlerinden için yeter” diyordu. Bir başka ara yüzümüzü yıkayamaz olmuştuk, arsenik banyosu yapmayalım diye. Çocuklar iyi bir lisede, üniversitede okusunlar diye girdikleri yarışın adı bile kaç kez değişti; sistem değişmesinden bahsetmiyorum bile: LGS, OKS, SBS, YGS, LYS… Tamam, anladık, biri bitiyor diğeri başlıyor, ama bizim her başlayışımızda bitmemize ramak kalıyor. Havamız dağılsın, biraz televizyon izleyelim diyoruz, bir bakıyoruz bir ay içinde 24 kadın öldürülmüş.
Duyarsızlaşmak ve fanusta yaşamak da istemiyorum. Tehlikelere uyanık olmak, aksaklılardan haberdar olup aydın insan tepkisini verebilmek ve küçüklerimize yol gösterirken rol modelliğimizi hakkınca yapmak dileğindeyiz, ama değişen gündem ve trafiğin mantıklı açıklamasını bile yapamaz olduk onlara. Üç maymun olmak lazım belki de. Özellikle eğitim ve sağlıkta doğru politikalarla yönetildiğimiz, her yeni gelenin eskiyi yapboz yapmadığı ve dört işlem gibi alengirsiz bir matematik içinde yaşamak mümkün olmayacak mı?
Yumurta da kolesterolü yükseltmiyormuş, diyorlar… En iyisi gideyim de, sucuklu yumurta yapayım. Sucukta ne falso vardır kim bilir…
*: Ne Olacak Bu Memleketin Hali Arkadaş? (Bir kısaltma da benden)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

hadi söyleyin bi şeyler :)