19 Eylül 2011 Pazartesi

"O" BEN DEĞİLİM...


Orhan Pamuk'un son kitabı "Saf ve Düşünceli Romancı"yı okurken, uzun yıllardır aklıma takılan noktaları görünce bu yazıyı yazmak istedim. Kabaca şöyle; bir kişinin yazdığı yazıdaki/romandaki karakterlerden birinin mutlaka o kişi olduğunun düşünülmesi. Ya da yaşandığı anlatılan olayların, mutlaka yazanın başından geçmiş olma ihtimaline inanılması. Okur olarak hepimiz yapıyoruzdur, ya da yapmışızdır bunu. Aslında doğal da bir tepki bu. Değil roman yazıp daha geniş kitlelere ulaşmak, şurada kendi bloglarımızda yazdıklarımızın bile bu yargıyla okunma ihtimali yüzünden yazmaktan çekindiğiniz şeyler olmuyor mu? Sizi bilemem ama benim oluyor.

Kurgu denen ve bir zamanlar bir Türk yazarın "kafadan atmaktır kurgulamak" babında espriyle yaklaştığı bu kavramı, okurlara kabul ettirmek zor görünüyor. Aslında bunu bloglarda yapmak daha da zor. Çünkü genelde çoğumuz burada kendi hayatımızdan kesitler yazıyoruz. Diyoruz ki, bu benim başımdan geçti. Ama eş dost var. İşte buraya yazılan "kurgusal" yazılardan yola çıkarak, hayatlarımızı deşifre ettiğimizi, iç ve dış dünyamızdan tüyolar verdiğimizi veya yazdıklarımızı alenen yaşadığımızı ve bir de üstüne üstlük internetten ilan ettiğimizi sanmaları daha yüksek bir olasılık. Sırf bu yüzden yeni bir blog açasım gelmiştir. Belki de açmışımdır :))
Hep düşünüyorum; ben blog açtığım zaman niyetim hiç de bu değildi. Yani "web günlüğü" mantığıyla yazmak için çıkmamıştım yola. Yıllardır deneme, anlatı, makale vs yazardım zaten. Burada da devam edecektim. Öyle de başladım. Fakat blog takiplerim arttıkça, farkına varamadığım bir şekilde, transa girmiş ya da hipnotize olmuş gibi, ben de kendimi kişisel temalar üzerinden yazar buldum. Ortam sanki bir kafede buluşmuş insanların birer birer kendini anlatabildiği bir ortamdı ve ben de anlatmazsam olmayacaktı. Kâh etki altında kalarak, kâh dolduruşa gelerek, kâh okuduklarımdan ilham alarak ve çoğunlukla da çok isteyerek hayatımın içindeki olayları ve insanları burada paylaşır olmuştum. Ha zevk almadım mı? Hem de çok zevk aldım. Ama zaman zaman bundan sıyrılıp, eğitimini de aldığım "kurmaca-yaratıcı yazarlık" yoluna girmeyi çok istediğimi fark ettim.
İşte takıldığım nokta tam da burası...
Çok uzun bir zaman süresince, burada yazdıklarımın büyük kısmı kişisel yazılardan oluştuğu için, yazmayı hayal ve arzu ettiğim kurgu bazlı yazılara geçişte, çekince göstermeye başladım. Bir de geçmişten kuyruk acım vardı; onu da düşününce iyice geri çekildim. Yani, bir zamanlar yazdığım bir yazı yüzünden "vaaay sen misin buradaki özne?" denmiş ve kendimi/yazdığımı/nereden yola çıktığımı/nasıl kurguladığımı açıklamak zorunda kalmıştım. Aslında ne gereksiz bir açıklama... Kendini aklama çabası... Deneyimsizlik işte. Ha şimdi çok mu deneyimliyim; değilim ki hâlâ bu çekincem var. Ama artık bilinen yazarların buna dair söyleşileri, hatta üzerine yazdıkları makale ve kitaplar var. Savunmamızı en başta onlar yapar oldu. Çünkü zaten asıl hedefte onlar var. Orhan Pamuk da kurgunun tarihçesinden bahsederken bunlara hem dünya, hem kendi özelinde parmak basmış (sy: 29). Okumanızı öneririm; o yüzden fazla ayrıntısına girmeyeceğim burada.

Kendi adıma konuşacağım ama eminim aranızdan bir çoğunuz da bana katılacaksınız: ben okuduğum bir kitaptan, izlediğim bir filmden, gözlemlediğim insanlar ve olaylardan, duyduğum bir müzikten, ya da mal mal bakındığım zaman bile bir şeylerin bana ilham verişini yaşıyorum çoğu zaman. Bunların çağrıştırdıkları, bendeki anılar, özlemler, kırgınlıklar, sevinçler, mutluluklar ya da deneyimlerle birleşip, yeni bir forma giriyorlar ve hepsinden bağımsız başka bir şeye dönüşüyorlar kafamda. Yani hamuru yeniden karıyorum ve tadı benzer olsa da yeni bir kurabiye yaratıyorum. Doğal olarak her yazan insanın yazdıklarında kendinden parçalar oluyor. Ama bu demek değil ki, kendini de merkeze oturtuyor. Ha oturtanlar var, o ayrı.

Bu kurgu meselesine takıldığımı hissedenler olmuştur belki. Geçen ay içinde yazdığım hayvansal yazılarımın birinin sonuna eklemiştim: kurguladım bunları, gibisinden bir not. Buna en basit haliyle "süslemek" diyeyim. Bendeki ham maddeden yola çıkıp, üzerine biraz kafadan atmasyonlar (kısaca kurgu :p) ekleyince, alın size hikâye. Ama ben bundan fazlasını yapmak istiyorum artık. Daha çok yalan söylemek istiyorum :)) Düzenli olarak yapabilir miyim bilmiyorum, çünkü blogların genel temayülünü de seviyorum.  Ayrıca sürekli daldan dala konan zihnim, her daim tek tip yazmama da şahane bir şekilde direnecektir.
Çektiğim doğum sancıları bundandır. Aslında seviyorum bu sancıları da. Hiç bitmesin istiyorum. Sancı ve huzursuzlukla daha üretken olabileceğimi hissediyorum. Yeter ki başını bir göstersin, kolu bacağı ya da tüm vücut geç çıksa da olur.

4 yorum:

  1. ben bi arada blog kitap yazmaya başlamıştım hatırlarsınız belki, yazmaktan vazgeçiren tam da buydu, sizin yazınızdan sonra az bi cesaretlendim sanki

    YanıtlaSil
  2. ben içinden çıkılmaz bir durumdayım Müge... Başlangıçta ben de bu amaçla açmadım ama anacım bi anlatasım varmış, kendimi ben bile şaştım... Tipik ikizler burcu... Yediğimi içtiğimi gördğümü her şeyi anlatıyorum hayraolsun inşalah :)
    Orhan Pamuk'un bu kitabını okumadım...Masumiyet Müzesinden sonra çıkan Manzaradan Parçaları da...

    YanıtlaSil
  3. hadi o zaman Toprak, ne duruyorsun?? :)

    YanıtlaSil
  4. Çok sevgili laleninbahçesi,
    Ben de sıkı bir Orhan Pamuk okuru değilim aslında. Ama bu kitabı, A.B.D.'de verdiği ders notlarını da içeriyormuş. O yüzden kaçırmak istemedim.
    Blog işinin de güzelliği burada. Konu diretmesi yok, tarz diretmesi yok.. İçinizden nasıl geliyorsa öyle yapın, öyle yazın.. Çok da güzel yazıyorsunuz zaten :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)