9 Mayıs 2011 Pazartesi

SURVIVOR= TÜRKLER FRENKLER


Ömründe ilk kez kamp yapmaya gitti. Kamp âdeti de pek kalmadı ki anacım. Orada sık sık yapılan bir şey olsa gerek ki, herkes çadırlarını ve uyku tulumlarını zorlanmadan ayarlamış. Gece serin olabilir diye de kalın bir şeyler alması tembihlenmişti, ama o zaten alarak gitmiş (aferin evladım; eminim zaten benim sesimi duya duya hazırlamıştır çantasını :D).

Şato gibi evden yaklaşık yüz metre ötedeki alanda kurmuşlar çadırlarını. Altı tane çadır olmuş. Akşam yemeği için de şato-evin mutfağını kullanmışlar. "Ev koskocamandı ama mutfak düdük gibiydi; onca insan ıkış tıkış makarna yapmaya çalıştık" derken kıs kıs gülüyordu. Zaten ne yendiğinin önemi yoktur; o arada yaşananların makarası önemlidir değil mi? En sevmediğiniz yemeği bile seversiniz, yanınızdaki insanlarla keyfiniz yerindeyse, ortamdan mutluysanız. Yani orada zeytinyağlı enginar bile yiyebilirdi bizim kız; ki evde hayatta ağzına koymaz.

Kamp yapmanın raconundandır: ateş yakılmış, gitar çalınıp şarkılar söylenmiş. Frenkler kendi şarkılarını, bizimkiler kendilerininkini vur patlatıp çal oynatmışlar. Sabaha karşı 3:30 gibi yatmaya niyet etmişler. Kim nerede yatacak konusunda azıcık leyla olmuşlar sanki; çünkü bizimkiler üç kişilik çadırda altı kişi büzüşmüşler. Beş kişi yanyana, bir kişi de onların ayak ucuna tarzında balık istifi. Ama ne eğlence! "Sen yayıldın, git acık.. Ayağın burnuma girdi, çek.. Battaniyeyi amma da çektin üzerine, bana da ver biraz..(Taş fırın erkeği Haluk tavrı)" itişmeleriyle yalap şap bir uyku uyumuşlar. Ve fakat şikayet var mı?? Yoook :))
Bu altı kişinin hepsi bizim memleketin çocuklarıymış. Bizim frenk açık havada yatmak istemiş (Survivor Taner'in frenk versiyonu). Bir başka çadır neredeyse boş kalmış, sabah fark etmişler. Ve fakat kimin umrunda?? Hiç kimsenin :)) Gel de bunu bu yaşta yap.. Ne mümkün! Kişi sayısını çadır sayısına gaayet eşit olarak bölme işlemi yaptıktan, herkese mebzul miktarda metrekare oluştuğundan emin olduktan sonra yatmaz mıydık? (Survivor Asena ruhu). Gençlik ne güzel bir şey: önceden hesap etmeden geldiği gibi yaşamak. Bazen sorumsuz olmak ne güzel bir şey: sonuçlarını düşünmeden bodoslama dalmak. Aslında bu da insana sorumlu davranmayı ya da nasıl desem önceden plan yapmayı öğretmez mi zaten? Eksik gedikleri yaşamanın ardından bir sonraki deneyimde ona göre hareket etmeyi? Sobaya değmenin sonuçlarını yaşamadan onun sıcak olduğunu öğrenmek pek de etkili olmuyor her zaman. O kampta büyüklerden biri gelip de, "sen sen sen şu çadıra, sizler diğerine" diye komutanlık yapsaydı, eğlencesi kalır mıydı işin? Akılda kalan ilk şey sustalı maymun gibi dizilip bir güzel uyku çekmenin sevimsizliği olurdu.
Hocalar şatoda kalıp, pek de karışmamışlar anlaşılan; iyi de etmişler (Survivor'ın ağası Acun tutumu).

Dördüncü Skype konuşmamızı kamptan döndükten sonra istedi. Yorgun ama neşeli görünüyordu. Duş yapıp rahatlamışlardı ve o akşam da bir konsere gideceklerdi. O yüzden fazla lafa tutmadık, dinlenmek ister diye kısa kestik. Yalnız o arada aktardığı bir bilgi ile hafiften ilk irkilmemizi yaşadık: bizim frenk kamp süresince bol bol sigara tüttürmüş. Buradayken de duymuştuk, ama bu kadar içtiğini bilmiyorduk. Hımm deyip fazla yorum yapmadan konuyu bitirdik.

Beşinci ve son Skype seansımızı da dün talep etti. Bizim ergen de anası gibi çalçene olduğundan, eve gelmesine az bir süre kalmış olmasına rağmen bir an önce tıkır tıkır anlatası geliyor. Görüşmelerin hiçbirini biz teklif etmedik; serbest bıraktık. Kendini her gününün hesabını verir gibi hissetsin istemedik. Dilediğince yaşasın, ama sadece iyi olduğunu bilelim istedik. Allah bu teknolojiyi icat edenden razı olsun, hasret çekenler için gerçekten büyük nimet! 1981'de kendim A.B.D.ye bir seneliğine gittiğimde, tek araç mektuplaşmak idi. Ne bilgisayarlar vardı, ne internet. Her Pazar günü 9-10 sayfalık mektuplar yazardım, fotoğraflar yollardım, kasete sesimi doldurup gönderirdim. Hepsini de annemle babam huzurlu olsun, beni merak etmesinler diye zevkle yapardım. Arada da nadiren telefonla konuşurduk. Her konuşmada annem telefona gittikçe daha bir yaklaşıp, sanki bana değecekmiş gibi eğilirmiş yazık :)

Konser pek açmamış. Hatta ikinci irkilme olayımızı da bunda yaşadık: bizim frenk bir kız arkadaşıyla (ki o da bizim Türklerden birinin frenki) ortadan bir yok olmuş, bizim iki Türk kalakalmışlar gece sonunda. Herkes gitmiş, bizimkiler bekliyorlar frenkleri gelsinler diye. Gözleri dolu dolu bekleşirlerken, sefacılar kafalar çakırkeyf bir vaziyette çıkagelmişler. Bizimkilerden yedikleri zılgıtla hemen babaları arayıp gelip alınmalarını istetmişler. Bu yüzden kızın tepesi atıktı ama belli etmedi fazla. Gençlik işte, olacak tabii böyle şeyler de. Bu tür olaylar sadece orası Avrupa diye yaşanmıyor haliyle.

İki gecelik uykusuzluğun üzerine dün öğlene kadar uyumuş. O arada frenkimiz, Türkçe olarak benim Anneler Günü'mü kutladı sağolsun. Ben de ağız dolusu merci boku'yu birkaç kez söylemekten öteye gidemedim ama kızıma benim için ona sarılmasını istedim, sarıldı.
Kızımız hem burayı ve bizi özlediğini ve gelmek istediğini, hem de Fransızcaya iyice adapte olduğundan gelmeyesinin de olduğunu söyledi. Böyledir zaten bu işler, tam tadına varırsın dönme zamanı gelir :) Hele de böyle kısa süreli olunca (neydiii?? Alt tarafı on günlük bir şeydi, değil mi?) Gel kız buraya :)))

Bugün dönüyorlar... Artık nerede olduğu bilinen havaalanından bizim saatimizle 15:10'da uçuyorlar. İstanbul aktarması sonrasında, gece 23:00 gibi evde olur. Bana da akşamdan ıslattığım kuru fasulyeyi pişirmek düşüyor artık. O saatte yiyeceğinden değil, ama istedi ya duramam ki yapmadan.. Yarın yer artık. Bak bir gelsin, nasıl öpeceğim onu... "Oğlumu verin banaaa" diye yırtınan Hürrem halt edecek yanımda :)))

15 yorum:

  1. :)))))))))))))))))))) Müge eline sağlık enfes olmuş yazı dizin.. çok iyi oldu kızın için...hem dil, hem yeni bir ülke, yaşam tarzı gördü.. hadi hoşgelsin sefa gelsin.. :))

    YanıtlaSil
  2. güle güle kavuşun... O kurufasulyeyi yer mutlaka kızınız bence...
    Sevgimle

    YanıtlaSil
  3. Momentos'um, kızım için aynen öyle oldu ve olacak inşallah.. çokkk sağolasın!!!

    YanıtlaSil
  4. Sevgili laleninbahçesi, vallahi ister misiniz gece 12de geçsin tencerenin başına :)))
    sağolun!!

    YanıtlaSil
  5. bir an evvel mutlu mesud kavuşun Mügecim:)) bir dolu macerayla dönüyordur şimdi kızın;)

    YanıtlaSil
  6. Amin inşallah Meyracımmm!! sağol canım! Ayrıntıları öğrenince yine yazarım. :)

    YanıtlaSil
  7. Benimki de turist getiriyor 19 mayısta..frankfurt lu arkadaşını..bayrama gelmesi iyi oldu..
    ŞİMDİDEN GÖZAYDIN DİYORUM CANIM..;)

    YanıtlaSil
  8. Bu yazıyı arşivime kopyalayacağım kaymak kadayıf için gerekecek:))

    YanıtlaSil
  9. Müge ablacımmm hadi gözün aydın :))
    Çok güzel bir deneyim olmu,okurken ben de ahh ahh o yaşlarda olmak vardı diye geçirdim vallahi:)

    YanıtlaSil
  10. Crazy'cim, süper!!! sen zaten alışkınsın, hadi kolay gele!! ;)) sağolasın!! ;)

    Kaymaklım Kadayıfım, kopyala tabii ki.. O zamanlar gelsin inşallah onlar ve sizin için de :)

    Blog'taki Kız :))) tatlım yaa, sağolasın!! Her "frenk" yazışımda sen geliyorsun aklıma :)))

    YanıtlaSil
  11. Ne güzel okuyordum ben ne çabuk geçti on gün yahu.Tüh.

    YanıtlaSil
  12. Bacıcım hayırlısıyla kavuş inşallah bugün yiğenime. Kuru fasulye mi yer, maceralarını mı anlatır artık bilemiyeceğim. Bildiğim unutulmayacak bir macera yaşadığım.
    ikinizi de öpüyorum...

    YanıtlaSil
  13. Pie Kurabiyecim, yarın akşam üstü de oğlum okul gezisiyle Kıbrıs'a gidiyor. Onu da mıı yazsam acaba? :))) çok teşekkür ederim ilgine! ;)

    Bacımmm, şu an evde heyecanla inmesini bekliyorum. Babası almaya gitti. İstanbul'a sağ salim gelmişlerdi zaten.. Frenkten gelen habere göre ayrılık anı çok üzücü olmuş... :(
    Biz de seni öperiz :)

    YanıtlaSil
  14. Ne tatli, sempatik bir annesin sen Muge. Hem kizini merak eder, hem skype icin zorlamayim der...Kamp olayi buralarda da cok populer ama daha hic yapmadik desem inanir misin yoksa ayiplar misin? Ne guzel kizin ilklerini yasiyor. Ne buyuk ani bunlar...

    YanıtlaSil
  15. Didemcim, annelik de babalık da, aslında politika işi.. Yani samimiyeti asla tartışılmaz tabii ki ama özellikle de ergenlik çağındaki çocuklarla iletişimde dengeleri korumak ve onları kendimizden bıktırmamak ve uzaklaştırmamak için ayar çekmek gerekiyor. Tatlı bir mesafede serbestlik tanıyınca onlar zaten bize doğru adım atmakta hiç zorlanmıyor. Merak ile baskı arasındaki denge çok öenmli diye düşünmüşümdür hep..

    Oralar kamp yapmaya daha uygundur; bence fırsatı kaçırmayın derim ;)
    Öpüyorum kocaman :)

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)