5 Mayıs 2011 Perşembe

KIZ İYİ YERE GİTTİ :)



Valla çocuk neredeyse dönecek, ben hâlâ uçağı bile kaldıramadım blog'ta :) =
Öpücükler, agucuklar, gugucuklarla çocukları yolladık.
Önce İstanbul'a, sonra St. Etienne'e indiler.
Uçuşlar sorunsuz geçti.
Diyerek derleyip toplasam kızmazsınız değil mi?

Uçakta her şeyin ücretli olması yüzünden yanlarındaki euroları harcamaya kıyamayan ergen takımı, yanlarındaki kek, poğaça ve börekleri bin parçaya bölerek ve kısıtlı sayıda su satın alarak üç saatlik uçuşu bitirmişler :) Yerli malı Türk'ün malı düsturuyla çıktıkları bu kutsal vazifede, sanki hıdrellez pikniği havası estirmişler. Bileydim bir kuru köfte, ya da ne bileyim yaprak sarma falan koyar yollardım yanında. Oralarda yapabilecekleri alışverişten kısacaklarına sudan ve yemekten kısan tüketim gençliği, aç bilaç Fransa'ya inmişler. Hayret bir şey yani! Gerçi bundan da eğlenecek ve anı deposuna koyacak deneyimler yaşamış olduklarını öğrenince, artık ses etmedik. "Anne, sanki Survivor'dakiler gibiydik" deyince biz de kopçaları koyverdik haliyle. Bu yüzden de frenk evindeki ilk yemeğinde sunulan krepleri, bizim kızın yalamadan yuttuğunu gören frenk annede "yandık, bu çocuk Somali'den mi geldi acaba" sorusunun ampulü yanmıştır zannımca.

Uçağın inmesine yakın yukarıdan gördükleri muazzam yeşillik ve kuzular, bizim kuzuları mest etmiş. Ne de olsa şehir çocuğu bunlar ve pek fazla yeşillikle ya da ahır/kümes hayvanıyla muhatap değiller. İndikten sonra da yaklaşık iki saatlik bir otobüs yolculukları olmuş. Kalacakları yere fazla yakın olmadığından ve de küçük bir havaalanı olduğundan olsa gerek, frenk hocalar alanın varlığından da haberdar değillerdi biliyorsunuz.
Yola koyulunca da yeşil denizin içine düşmüşler. Fakat aldığımız duyumlara göre, yeşillik o kadar yoğunmuş ki, bir süre sonra gözleri yeşile karşı renk körü olmaya başlamış. Ne yapsın yavrucaklar, alışkın değiller. Daha da bir süre sonra ise, görüntüde yeşilden başka bir şey görmedikçe, aynı yerde dönüp durdukları endişesine kapılmışlar :)) "Yetti bu kadar doğa" diyecek kadar zehirlenmişler ya da alerjik tepki vermişler garibanlar. Bu sırada biz tabii ki sürekli telefon başındayız, her adımın müjdesini bekliyoruz. O nedenle de mailime falan bakmamışım. Meğerse benim frenk bana oradan mesaj atmış: şimdi almaya gidiyoruz.. şimdi aldık.. şu an evdeyiz.. diye. Mesajları gördüğüm an onu öpesim, sarılasım geldi (bknz: Kasım ayı yazılarımdaki öpme-sarılma hallerim).

Sonuç olarak sağ salim vardığı evde, bizim tatlı frenkimizin annesi de, babası da, kardeşleri de kendi gibi tatlı çıktılar. Babası şehir dışında itfaiyeci olarak çalışıyor, o nedenle sadece bir gün görüşebildiler (acaba adam dağ tepesinde bir kulübede gözcü mü?). Anne hemşireydi, ama doğum izninde olduğundan evde. 20'lik ağabeyin, aynen kendi 18'lik ağabeyine benzediğini söylüyor; çünkü o da durduk yere kendini yere atıp mekik falan çekiyormuş :) 12'lik erkek kardeş ise arada dans ediyormuş. 3 aylık bebek ise zaten "dünya bebek dili"ni kullanma döneminde olduğundan ekstra bir iletişim gerektirmiyor.

İlk günün dil adaptasyonu stresini, babanın İngilizce de bilmesiyle yumuşak geçişle atlatan kızımız, her şeyin harika başladığını yazdığı cep mesajıyla, başımızı huzurla yastıklarımıza koymamızı sağladı.
Yalnız anladığımız şu ki, bu frenk ailesi, aile olmayı seven, aile kavramına saygılı ve çocuklarına sarılan bir aile. Helal süt emmişler valla, diye pek bir rahatladık :) Daha ne isteriz...

3 yorum:

  1. daha ne isteriz?
    hikayenin gerisini tabiiki:))

    YanıtlaSil
  2. E allah kavuştursun bari:)) ben de istiyorum kaymakla kadayıfı göndermek az daha büyüsünler bir de ben o zamana kadar kaygımı bastırma tedavisi olayım sonra yollarım diyorum, sevgiler sinem

    YanıtlaSil
  3. Cepaynacım, geldi valla gerisi ;)

    Kaymaklıcım, darısı başınıza diyelim ;) Kaygıları süpür at dışarı.. Her şey olacağına varıyor, kaygıyla sadece kendini ve onları sıkmış olursun, değmez canım be ;) benden de sevgiler!!!

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)