22 Şubat 2011 Salı

LİNDA GİBİ KIZMAK

Nina, Svetlana, Catherina derken bir aydan fazla bir süredir de Linda olarak şizofrenik hobime devam ediyorum. Müge ile Linda arasında geçen zamanlarıma blogger'lığımı katmakta zorlandığım malumunuz. Yazamayacak kadar konsantre olamamamı anlamak bir yana, kabullenmekte çektiğim zorlukla baş etmeye çalışıyorum. Hayatımda gündelik rutinin dışında sadece tiyatro var ve ben ondan başka konuşacak konu bulamazken, yazacak konu bulmaya enerjiyi hepten bulamaz ya da yakıştıramaz oldum. Kitap okumanın beni nasıl da tetiklediğini, yazmalarımı gaza getirdiğini çok iyi biliyorum. Ama kendime kitap okumayı da haram ve de bir anlamda yasak ettim. Çünkü kitap okumaya vaktim varsa, rolüme ve ezberime ayırmalıyım o vakti dercesine bir hırs ve disiplin içine girdim. Provaların çeşitli nedenlerle aksaması yüzünden de, Şubat ortası sahneleyeceğimizi düşündüğümüz oyunumuz, ay sonuna kilitlendi; ki o da zor görünüyor. 'Ya yetişirse' iç gücüyle neredeyse her akşam provaya koşuyoruz. Ne yazık ki, malum keçi gribi engeli yüzünden provalar aksamakta ve tarih sürekli tepemizde Demokles'in kılıcı gibi sallanmakta. Tarih hâlâ her an ertelenme potansiyelini sıkı sıkı koruyor.

Tiyatro başlı başına bir ekip ve inanç işi olduğundan, birkaç kişinin vereceği emekle de kotarılması zor. Dokuz kişilik bir oyun, iki kişilik yönetmen ekibi, birkaç kişilik dekor grubu derken, kalabalık bir insan grubunu her daim alesta tutmak da zor. Ekibin öğrenci olanı var, çalışanları var ve oyuncuların hepsi amatör. Sınavı olan var, dersanesi olan var, mesaisi olan var, patronu hırt olanı var, hastası bitmeyeni var, 'bu akşam provayı ek de, birlikte bir şeyler yapalım' diyeni var, 'trafik felçti ancak gelebildim' deyip provaya iki saat geç kalanı var, 'yüksek lisans ödevim vardı, ezberim yetişemedi' diyeni var... Kendin inanç ve aşkla her işini gücünü ayarlayıp, çoluk çocuğunu sofrada bırakıp çıkarken, kişisel kaprislerine ve egolarına yenik düşüp motivasyonu yerle bir edeni var.. N'apıyoruz?? Kafamıza takmıyoruz, çakramızı buluyoruz, deriiiin nefes alıyoruuuz, veriyoruuuz, alıyoruuuz, veriyoruuuz, oturuyoruuuz...

Linda, zincirleme olarak inanılmaz ve komik yanlış anlamalar sonucu, kocasının bir eşcinsel olduğunu sanan ve bu yüzden ha bire bağıran, şaşıran, dehşete düşen, kızan, herkesi tersleyen ve ağlayan bir karakter. Bağıran, dehşete düşen, kızan, herkesi tersleyen ve zırt pırt ağlayan biri ile benim aramda dağlar kadar fark var. Coşkulu ama sakinimdir ben; damarımı bulup da basmayı becerebilecek insan azdır. Bu çıldırmaları ilk başlarda bir türlü beceremiyordum. 'Sen hiç mi bir şeye çooook kızmadın? Düşünsene kocanın eşcinsel olduğunu sanıyorsun, nasıl tepki verirdin?' minvalindeki motivasyonel cümlelerin cevabını bulmaya çalışırken çalışırken, artık düğmem çevrilmiş gibi sinirden deliren bir Mügelinda olmaya başladım :))) İşin ilginç yanı, hep bir komedi içinde oynamayı istemişimdir. Oyun gerçekten de bir vodvilin tüm özelliklerine sahip ve çok komik; ama ben bu güzel komedinin tek dram yaşayanıyım :)) Yine de oyunda verdiğim tepkilerle karşımda oynayanın kendini tutamayıp gülmesine neden oluyorsam da, Linda sürekli fırtına gibi esmek, sağanak gibi yağmak, deprem gibi sallamak zorunda. Bunu ya da herhangi bir rolü kotarabilmenin yollarından biri, içimizde bir katman yaratmaktan geçiyor; ki çok da kolay değil. Karşınızda oynayan kişinin de sizi kışkırtmasıyla, içeride o rol için gereken duyguyu yakalayıp dışarı ona göre yansıtmak gerekiyor. Karşınızdaki kışkırtamıyorsa, iş başa düşüyor ve o duyguyu gerçek ya da yapay olarak içinize doldurmanız lazım.

"Ben hayatımda neye sinirden delirmiştim"leri bulma çabalarımdan verim almaya başlamıştım ki, provalardan birinde bir şey oldu ve ben o iç enerjiyi şak diye yakaladım. Yüzbininci provadan sonra, birinci perdenin tümünü kesintisiz ve sanki seyirci varmışcasına akıtmamız istendi. Oyunun başındaki bölümümü halledip kulise çekilmiştim; yanımda diğer sırasını bekleyen arkadaşlarım vardı. Bana daha çok zaman var deyip, daldığımız sohbetin tadını çıkarırken sıramın geldiğini fark etmedim. Sahneden "Lindaaa Lindaa" sesleriyle uyandığım sohbet uykusundan, sahneye hiç abartısız ama hiç, uçarak çıktım. Aha işte o an, kızgınlık duygusunun ennnn tazesiyle olunabilecek en bağırgan, en ters, en sinirli Linda'yı kendi öz damarlarımdan yarattım. Kendime öyle kızdım, öyle sinirlendim ki, rol icabı kızmam gereken tüm şürekâya bunu yansıttım. Sanki karşımda rol arkadaşlarım değil, birkaç tane "sahnesine geç kalmış Müge" vardı.

Birinci perde bitip de, yönetmenimiz artıları eksileri bize anlatmak üzere hepimizi karşısına aldığında, özrün hangi kelimelerle daha tatmin edici olabileceğini bilmiyordum; çünkü bence en ufak bir özrüm olamazdı. "Linda'nın gecikmesine bir şey demiyorum ama rolün hakkını vermek adına en ufak bir negatif sözüm yok, çok iyiydi." demesiyle yüreğime Ege Denizi serpildi sanki. Ama ben kendim hâlâ gecikmemi affedebilmiş değildim. Bu gecikmenin bana iki faydası oldu: hem o anlık başarıyı yakaladım, hem de diğer provalarda ve asıl oyunda kullanabileceğim taze bir kızgınlık duygusu oluşturdum.

Bu tempo, bu duygusal geçişler, bir ekiple çalışmanın sabrı, verilen onca emek göz önüne alınınca, dışarıdan bakan birine çekilecek dert değil gibi görünebilir. Gündüz ev ve iş, akşam evi ve ev halkını ayarlayıp provaya koşmak yerine ayaklarımı uzatıp dizilerden dizilere zaplamak varken, 'işin mi yok be kadın, bak yaşın kaç olmuş..' denebilecekken, her defasında ilk kez gidiyormuşcasına heyecan ve hevesle koşarak gitmem bana bile ilginç geliyor. Eşimin, çocuklarımın, annemin, arkadaşlarımın anlayış ve desteğine nasıl teşekkür edilir bilmiyorum. Uzun cümleli mezar taşımla uğraşmasınlar diye mi anlayış gösteriyorlar bilmem artık  :))))

17 yorum:

  1. aaaaa yazı yazmış :) hoşgeldin

    YanıtlaSil
  2. ay dur bana belli olmaz.. ama gene de sağol :)

    YanıtlaSil
  3. hangi şehirde sahnelenecek oyun?

    YanıtlaSil
  4. ]-[erbiRenk, İzmir'deyiz.. :)

    YanıtlaSil
  5. Her kadın senin gibi olsa keşke, tiyatronun tadı bambaşka olsa gerek, İzmirde olsam hiç kaçırmazdım Allah kolaylık versin :)

    YanıtlaSil
  6. Uzakmış :(( izlemek isterdim:)

    YanıtlaSil
  7. İkinize de teşekkür ederim.. keşke olsaydınız buralarda.. :)

    YanıtlaSil
  8. Mügelinda:))))

    çok güzel bir yazıydı zevk alarak okudum. herzaman diyorum ama yine söyleyeyim bu şevk inan süper bir şey ve lütfen bırakma; dizileri mizileri boşver hepsi anlık şeyler ve hiçbir şey vermiyorlar;tiyatrodan aldığın enerji hiçbirşeyle başedemez. Yaşamak denen şey de bu değil mi zaten !!! uzayan sohbet işe yaramış :)) ama yine de dikkat!!! sevgiler.

    YanıtlaSil
  9. ohhh işte buna motivasyon pompası derimmm.. sağooolllll...

    YanıtlaSil
  10. Yazıya da yansımış hiç bozmadığın enerjin.. başarılar Müge'cim.. keşke biz de görebilseydik..

    YanıtlaSil
  11. Seninle gurur duymaktayım Linda pardon Müge bacım:) Keşke İzmir'de olsam da izleyebilseydim ama harika bir oyun çıkartacağına eminim.
    Motivasyonun bol olsun, bacından kucak dolusu sevgi gelsin sana...

    YanıtlaSil
  12. ooo rol tam bana göreymiş :)

    sinirlenmek için trafikteki öküzleri, o sabah önüne kıran taksiyi filan düşünebilirsin. devamlı çemkiren, sosyetik bir hasta da olabilir.

    YanıtlaSil
  13. Bunun adı üretmek işte Müge'cim.
    Emeklerine sağlık:)

    YanıtlaSil
  14. Kolay gelsin , tiyatroyu severdim ama senin aşkın beni daha da etkiledi...Hayat gibisin tiyatroyla coşan :)))

    YanıtlaSil
  15. özlemiştim yazılarını....
    kolay gele:)

    YanıtlaSil
  16. Canım blogdaşlarım, yazdıklarınıza çoookkkkk teşekkür ederim. Bazen fazla mı abartıyorum bu işi diyorum, ama bu yorumlarınızla daha da güç buldum.

    Aslıııııı inan yazarken seni düşündüm :)))

    YanıtlaSil
  17. Kolay gibi gorunse de her rol zor. Dusundum de sinirlenmek mi daha zor, aglamak mi? Tiyatroculuk zor is. Guzel bir sey basariyorsun

    YanıtlaSil

hadi söyleyin bi şeyler :)