9 Ocak 2013 Çarşamba

KİRALIK RUHLAR

Bir zamanların unutulmaz filmi "Sil Baştan"da unutulamayan mutsuz bir aşkın anılarının sildirilmesini izlemiştim. Bu uygulama beni de, birçok izleyeni de uzun süre meşgul etmişti: "Böyle bir imkân olsa kullanır mıydık?" minvalinde sorular ve uygulamaya yönelik meraklar... Bana bu filmi hatırlatan bir film izledim: "Dondurulmuş Ruhlar". Bir erkek tiyatro oyuncusunun, rolüne girememesi ve ruhunun ona ağırlık vermesi yüzünden, ruhunu çıkarttırtması sonucu yaşananlar anlatılıyor. İlk anda rahatlamış görünen kahraman, sonradan bunun bir işe yaramadığını görmekle kalmayıp, bu "ruhsuzluk"tan hoşlanmıyor. Sanatına faydası olur ümidiyle, kendine Rus bir kadın şairin ruhunu yükletiyor. Kendi ruhuyla, tamamen ruhsuzken ve başkasının ruhuyla, girdiği hallerin gündelik yaşamına ve sanatına yansıyışları çok ilginç. Doğal olarak, sırf benim değil, gene her izleyenin aklına bir sürü soruyu üşüştürüyor. (Aşağıdaki yazı, bu filmin gidişatı ve sonucuna yönelik bilgiler içeriyor. Eğer bu paragrafta film ilginizi çekti ise, devamını okumayın. Çünkü katilin uşak olduğu gibisinden ifşaatlarım var).

"Ruhum daraldı" ya da "ruhum sıkılıyor" dediğimiz zamanlarda, böyle bir seçenek sunulsa ne yapardık acaba? İnsanlar ölünce söylenen "ruhunu teslim etti" cümlesi ile artık hiçbir işlevi ve anlamı kalmayan bir cisme dönüşülür. Dar ya da geniş, o ruh olmayınca ne olduğunun ayrıntısına girmeye gerek yok. İnsanın yaşama şansı elinden alınmadan ruhunu teslim etmesi ya da emanete vermesi çok akılcı bir iş değil tabii ki. Ama diyelim ki olabiliyor... Hadi saçmalamada bir adım daha ileri gidip, ruh hastalığından musdarip bir insana bu bir tedavi seçeneği olsa, işe yarar mıydı acaba?
Matruşkalaşmış ruh


Ruhsal bir hastalık olarak, birden çok kişilik peydahlanması ya da halüsinasyonlar görülmesine neden olan bir ruh, o bünyeden çıkarılsa ne olurdu? Sosyal ve kişisel hayatına darbeler vuran bu ruhsal sapmalardan kurtulmak isteyen kişi, sağlıksız ruhundan kurtulunca bir "ohhh" çekebilse, fena mı olurdu... Şizofreni tedavisinde, yıllar önce, bir beyin ameliyatı sonucu, bitkiden hallice bir insana dönüşmeler de tıbbın literatürüne girmiştir. O zamanki tartışmalarda, bu işlem o insana bir fayda mı, zarar mı getiriyor diye bilim insanları az kafa yormadılar: Hasta da olsa ruh ruhtur, ameliyat yapılmamalı. Ya da beyin loblarından birinin alınmasıyla bir anlamda kaybettiği ruh ile daha mı iyi olur, dendi durdu.

İster filmdeki gibi ruhunu çıkarttırıp bir kavanoza koydurarak, ister beyin ameliyatı ile, istenmeyen tüylerden kurtulur gibi, istenmeyen ruhtan kurtulmak, insan haklarına aykırı gibi görünüyor. İstemediği ruhundan kurtulunca, ilk anda kendini çok iyi hisseden kahraman, bir süre sonra o ruhunu bile arar hale geliyor. Tepkileri anlamsızlaşıyor, ev ve iş çevresinde sorunlar baş gösteriyor. Bir çare olarak yüklettiği şair ruhu, ona, o ruhun asıl sahibinin anılarını yaşatmaya başlıyor. "Yahu zaten o kişi kendi ruhundan memnun olsa çıkarttırırır mıydı?" dedirten bir işlem. Öte yanda, bizim kahramanın ruhunu yükleten bir kadın görüyoruz: Ünlü bir sinema sanatçısı olma hayalleri kuran bu kadına da, bu adamın ruhu "Al Pacino'nun ruhu" olarak kakalanıyor. Ha yani bir de sahtelik de girmiş işin içine.
Konserve ruhunu izleyen adam


Böyle bir imkân olsa ve ben de kafayı yemiş olsam, "kimin ruhunu almak isterdim?" diye düşündüm. Aklıma hep sanatçı güruhu geldi. Ya bir roman yazarı, ya bir müzisyen ya da bir oyuncu... Yaratıcılığın ruhsal anatomisine olan merakım yüzünden, onların bir eser yaratırken ya da icra ederken girdikleri halleri, yarattıkları esere ulaşma çabaları ve o eserin öznesi olmayı hep istemişimdir. Şu koşullarda bu mümkün olmadığı için de, o insanların yanında bir gölge gibi sessizce yaşamayı hayal etmişimdir. Örneğin Sezen Aksu... Çok renkli bir karakter, unutulmaz sözler ve müzikler yaratmış bir sanatçı, hem dili hem ruhu kıpırdak ve derin, hem duygusal hem üretken... Ya da intihar etmiş bir yazar, bir şarkıcı... Daha fazla taşıyamadığı o duyarlı ruhunun sesini kesmek adına, onu kendi eliyle teslim etmekten imtina etmeyen insanlar: Örneğin Sylvia Plath, Kurt Cobain, Virginia Woolf, Ernest Hemingway...

En başta sözünü ettiğim "Sil Baştan" filmi ile bu filmin vardığı nokta aynı: "Arkadaş, anılarından veya ruhundan ne vazgeçebiliyorsun ne kurtulabiliyorsun ne de kurtulur gibi olduğunda da huzura eriyorsun."
İşte adamı böyle oynatırlar. Filmleri sizin için izledim, yorumladım ve son sözü de söyledim. Daha ne olsun yani... Anılarımız da, ruhumuzun inişi çıkışı/gittisi geldisi de, hepsi bizim ve bize özel. Yok öyle fıydırıp atmak. "Kafa nereye biz oraya" değil, "biz nereye kafa da oraya" ise, hem bu deve güdülecek hem bu diyar terkedilmeyecek. Çözümü ya da geçici de olsa kurtuluşları yaratmak için çaba lazım. İstemediğimiz anılar yaratmamaya/yarattırtmamaya gayret ederek o ruhu da sıkıştır(t)madan yaşamaya bakılacak. Arada sıkışırsa da, ipini gevşetin azıcık. Şımarın yahu biraz. Bir tek ölüme çare yok (Ne büyük laf ettim ama!). Her zamanki gibi basit bir öneri ile bu uçuk kaçık yazımı sonlandırıyorum: Hadi gidin bir kahve için şimdi :)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

hadi söyleyin bi şeyler :)