Ciddi başladım ama ciddi devam etmeyeceğim. Öyle hanım hanımcık bir girizgâh yapayım dedim. "Neyin ya da nelerin yokluğu/eksikliği/kıtlığı olsa, alt üst olurduk?" diye düşündüm. Siz düşünüp yorulmayın, hepsini ben düşünürüm sizin için. Bunların demirbaş cinsinden değil de, tüketim malzemesi cinsinden olması daha bir önemli, diye de kafa patlatmadım değil. Sağlığa dair olanları da (ilaç gibi) saymayacağım. Bu bağlamda:
1- Soğan
2- Sarımsak
3- Şampuan
4- Tuvalet kâğıdı gibi, her türlü kâğıt temizleyici
5- Çay/Kahve (tiryakiliğinize göre çeşidi size kalsın)
6- Aseton
7- Bulaşık ve çamaşır deterjanı
8- Diş fırçası
Liste uzatılabilir tabii ki...
Düşünün bir (ay pardon siz düşünmeyecektiniz). Düşüneyim bir, soğan ve sarımsak tükeniyor. Dünyada hiçbir ülkede de kalmıyor ve biz Türkler yemekleri soğansız, mezeleri sarımsaksız yapmaya mahkûm oluyoruz. Pembeleşmesi için bekleyeceğimiz soğanlarımız olmasa? Zamanımızın ve sabrımızın durumuna göre kâh incecik, kâh pabuç kadar doğradığımız o soğan parçacıklarının, yemeklerdeki lezzetinden ve tüm apartmanı saran kokusundaki davetten mahrum kalmak, nasıl olurdu? Kuru fasülyenin yanında tuza banarak kırt kırt yediğimiz kırmızı soğanlar olmasa? Misal kısırın ya da salatanın içine (kesinlikle incecik) doğradığımız, pikniklerde baş köşeye koyduğumuz taze soğanlar olmasa? Soğandaki C vitamininden, sarımsaktaki antibiyotik etkisinden eksik kalsak? Hohlayınca iç kıyan ve hohlayandan buz gibi soğutan o muhteşem şeyler olmasa?
Evet, ben bayağı bir düşündüm: Yok arkadaş, ölmeyiz. Damak tadımız bozulur, keyfimiz kaçar, ama ölüm yok ucunda.
Ya şampuan? "Yeşil sabuna talim ederiz," mi dediniz? Pislikten gebermemek için ederiz bittabi. Ama işte size bir çıkmaz sokak daha: Yeşil, mor, mavi, pembe her tür ve renkten sabun da kalmamış dünya üzerinde, mesela... Hadi kaldı diyelim, saçlardaki o katır kutur hisse ne demeli? (Hımmm, o zaman saç kremi de kalmamış demeli ki, iyice çivisi çıksın.) "Saçlardan çıkarılacak yağların insanlık için bir faydası olur mu?" diye kafa patlatacak bilim insanları türerdi kesin. Saç yağından göz altı kremi ya da yemek yapıldığını, değil siz, ben bile düşünmek istemiyorum.
Ya da berberlerin kapısı aşınırdı: herkes kafaları sıfıra vurdururdu. (Ha yok yok, üzülmeyin, berberler varmış hâlâ.) Herkes ampul gibi gezerdi. "Saçı uzun, aklı kısa" şeklindeki atasözü şampuanın/sabunun yok olmasıyla tarihe gömülürdü (Feminizme destek cümlesi). "Deterjanla yıkardım," diyecek kadar cesaret gösterenlere, hemen listeye tekrar bir göz atmalarını öneriyorum. Yok anacım yok, deterjan da yok. Benim önerim, küllü su... Eskiden çamaşırları bununla yıkarlarmış. Bir taşla iki kuş: hem saçlar, hem çamaşırlar için çözüm bulundu.
Tuvalet kâğıdı ve muadilleri... Eskiden taharet bezleri vardı. Kenarlarına da tığ işi yapılırdı. Yahu ne acayip iş... İnsanlar ne estetik sahibi, ne sanatçı ruhluymuş da, poposu için bile özen gösterirlermiş. Ben çok yetişemedim o döneme ama şimdi düşünüyorum da, bir evde yaşayan herkesin bezi kendine mi aitti acaba? Kenar süsünün rengine göre mi ayırırlardı acaba? Mavi babanın, kırmızı annenin, pembe kızın vs... Yoksa hangisi kuruysa onu mu kullanırlarmış? Yani sonuç olarak o bezlere mi dönülürdü? Veya teksir kâğıdı, taş parçaları da kullanılır mıydı ki? Klozetin yannda bir top teksir kâğıdı ya da bir sepet dolusu orta boy taş... Off bu konu kötü çağrışımlara doğru gidiyor, uzatmayayım. Bunları da siz düşünün lütfen, bana ağır geldi.
Firmaların taharet bezi çalışmaları |
Çay/Kahve... Keyif düşkünü Türk insanı için tam bir zulüm! Ayrıca bunları içmeden ayılamayan güruh için de ısdırap tabii. İçerken yapılan sohbetler, dedikodular eksilince, insanlar depresyona düşerlerdi. İçini dökemeyen, birilerini çekiştiremeyen ve deşarj olamayan insanlık, ruh sağlığını kaybedip, kendini alkole verirdi. Tempolu iş ortamlarının insanları, kahve ile açamadığı zihninin kurbanı olup, işsiz kalırdı. Geçim zorluğu ve işsizliğin bunalımıyla, hadiii o da alkolün kucağın atlardı. Boşanmalar artardı. Topyekûn saçları kazıttıkları için görünüm konusunda eşitlenen insanlar, tein/kafein krizi yüzünden, sınıflandırılmalara maruz kalırlardı. İş başvurularında: "Çay kahve içmeden çalışabilir misiniz?" sorusu mutlaka olurdu. İşi kapsın diye yalan beyanatta bulunanlar, zaten zamanla fark edileceği için, elinde kolisiyle kapı dışarı edilirdi. Devlet, bu bağımlıları kara listeye yazar, hiçbir yerde işe alınmamaları için bültenler yayınlanırdı. E mecburen bu güzel kafayla pavyona düşen insan sayısı tavan yapardı. Amma velâkin soğansız sarımsaksız mezeler yüzünden pavyona giden müşteri sayısı da azalacağından, oradan da aradığını bulamazlardı. Ölüm var mı ucunda? Bence var: parasızlık yüzünden aç kalan insanın sonu... Evlerden ırak.
Aseton... Bu sadece kadınları ilgilendiriyor ama olsun. En son büyük bir zevkle üç kat sürdüğünüz kırmızı ojelerinizin uçlarından gitmesiyle, aseton kıtlığı aynı anda olsa? Ha tabii ki, tırnak uçlarınızla onları kırtlatmanız mümkün tabii. Ama o üç kat oje ne kadar zamanda kırtlatılır biliyor musunuz siz? O arada bir iş görüşmesine ya da bir erkekle buluşmaya falan gittiğinizi düşünün (tamam düşünmeyin). Ne işi alabilirsiniz ne de kendinizi o erkeğe beğendirebilirsiniz: hem işsiz, hem bekâr kaldınız mı! O zaman yaz kış fark etmeden eldiven giyebilirsiniz, takma tırnak kullanabilirsiniz. Bu çok ciddi bir sorun teşkil etmiyor son tahlilde. Acaba boyacı tineriyle oje çıkar mı, diye aklıma geliyor. Akşama bir deneyeyim. Ama önce üç kat kırmızı oje sürmem lazım.
Bulaşık ve çamaşır deterjanı yokluğuna yukarıdaki küllü su çözümümü tekrar ediyorum. O zaman bunların yokluğunu listeye niye mi yazdım? Şampuansızlığa çare olamasın diye. Nası fikir ama? Tamam, bu kadar.
Diş fırçası... Bir diş hekimi olarak, diş fırçalarının bolluğunda bile dişlerini fırçalamayan bir halkla yirmi beş senedir mücadele ediyor olmam, bu maddenin listeye girmesini gereksiz kılıyor. Ama diş fırçasız bir hayatı tahayyül edemiyor olmak da, fırçalayan ahaliye bir gönül borcudur. "Demin dürüm yedim, o yüzden fırçalayamadım," diyenlerin, 'aslında hep fırçalarım da, çok acıktım ve yedim, yanımda da fırçam yoktu,' ayaklarını yemem arkadaş! O maydonozların, marulların kaç günlük olduğunu ayırt edecek kadar deneyimim oldu Allah'ıma şükürler olsun. Hatta beş gün önce yenen bir yemeğin soğan artıklarını da kaçırmam. (Neee, sen soğanı nereden buldun?) Emekli olunca, diş tedavilerini bırakıp, sadece "Diş Fırçalama Merkezleri" açacağım. Diyaliz merkezlerininki gibi, servisler ayarlayacağım ve insanları evlerinden alıp getirteceğim. Servislerin logosu da, "Soğan yok ama maydonoz hâlâ var! Dişlerde pisliğe son!" olacak. Evet, böyle bir hayalim var. Her semte bir camii gibi "her semte bir merkez"in yanı sıra, 81 ile yayılan bir ağ kuracağım; franchising'ler vereceğim. Konuya döneyim: Diş fırçasızlık bu memlekete komaz anacım. Bizim gibiler de eski fırçalarını kolaya yatırıp sertleşmesini sağlasınlar, idare olur gideriz artık n'apalım.
Dişiniz fırçalamazsanız işte başınıza gelecek olan budur. |
Bu zevzeklikler bir yana, eğer benim yazı yazmama ve okuyanlara ulaşmama engel yokluklar olursa, ruhum kurur sanırım. O zaman eski zamanlardaki gibi sözlü edebiyata başlarız mecburen; kulaktan kulağa geçen anlatılar, hikâyeler olur, nesiller boyu. Sohbetlerin yanında bir de orta kahve ya da az şekerli demli bir çay fena olmazdı ama yok... Kader utansın!
Son resim iğğğ:))))
YanıtlaSilÖyle oluyor ama :(( 25 yıldır hastalarıma dişlerinizi fırçalayın demekten dilimde tüy bitti :))
SilMerhabalar,
YanıtlaSilİnsanoğlu, her devirde ihtiyaçlarını belirleyebilmiş ve az-çok bunları karşılayacak nesneleri üretebilmiştir.
Bu güzel ve faydalı paylaşımınız için teşekkür eder, iyi bir haftasonu geçirmenizi dilerim.
Selam ve dualarımla.
Çok teşekkür ederim Recep Bey :)
Silçay! çaysız bir dünya kıyamete yakın bir şey benim gözümde:)
YanıtlaSil