Evden gidişine fikren hazırlanmak ve alışmak bir şekilde kolay da olsa, kalışına alışmak zormuş. O oraya giderken anlayamadığını, o orada kalınca anlıyormuşsun. Sanki geçici bir gidiş yanılgısına düşüyormuşsun. Her an "Nasılsa hemen geri gelecek" gibi bir yalancı avuntuyla oyalanıyormuşsun. Eksik kaldığın gerçeğini zamanla fark ediyormuşsun. Bu eksikliğini dolduracak aynı değerde bir şeyi bir türlü bulamadığını fark ettikçe, o yokken yaptıklarının anlamsızlığına şaşıyormuşsun. Ama bu, sonucu değiştirmiyormuş. Mecburen her zamanki gibi yaşamaya devam ediyormuşsun.
Kalbinden sımsıcak, ruhundan özlem dolu duygular ona doğru giderken, kokusu geliyormuş burnuna. Aynı anda onun da aynı çaresizlik içinde olmamasını diliyormuşsun. Öte yandan onun da seni özlemesini bekliyormuşsun.
Ne sana muhtaç olmasını, zorluk çekmesini vs istiyormuşşsun, ne de tamamen kendi başını becermesini. Hâlâ senden fikir alan, yardımını isteyen küçük yavrun olarak kalmasını düşlerken, büyüyüp öğrettiklerini güzelce uygulayabilen taze bir yetişkin olmasını da istiyormuşsun.
Büyümesini hem alkışla hem de hüzünle izliyormuşsun. Ama değişen bir şey olmuyormuş, çünkü o da senin gibi/herkes gibi büyüyormuş. Bir zamanlar belki de annenin senin için düşündüklerini şimdi sen düşünüyormuşsun ve anneni bir kez daha ve ne kadar geç anlayabiliyormuşsun. Onun da seni anlayacağı zamanlar için çocuk sahibi olmasını beklemen gerektiğini yineliyormuşsun.
"Şimdi ne yapıyor acaba?" sorularının gün içinde defalarca aklından geçmesini kanıksıyormuşsun. Asla da yorulmadan bıkmadan buna devam ediyormuşsun. İşe güce dalıp düşünmediğin zamanların ardından kendini suçlu hissediyormuşsun.
Tekrar görüşeceğin zamanların hesabını yaparken buluyormuşsun kendini. Ya bir takvime bakarak ya da el hesabı ile günleri sayıyormuşsun. Üç haftayı geçecek gibi görününce bir telaş basıyormuş. Bir ayı bulacaksa hele, kendini o günlerdeki halini hayal ederken buluyormuşsun ve kendin için üzülüyormuşsun.
Hiç yemek yapasın gelmiyormuş.
Hep birlikte yaptığın şeyleri, artık yapmayı bile unutuyormuşsun.
En son ve her zaman, "Ne saçmalıyorsun! Sağlığı yerinde, keyfi yerinde, daha ne istiyorsun? Ya dönülmez yollarda olsaydı!!!!" diye kendini azarlıyormuşsun.
Susup, kendi kendine gülümsüyormuşsun. "Gene uçtun," deyip telefonda sesini duymak istiyormuşsun. Onun sesindeki genç enerji seni kendine getiriyormuş. Telefonu kapattıktan sonra yarım saat bile geçmeden "Acaba bilmem ne bilmem ne mi?" diye başa sarıyormuşsun.
Velhasıl "Annelik bir delilikmiş," diye kabullenmen gerektiğini öğreniyormuşsun.
(Not: Son noktayı koyduğum an telefonum çaldı.)
:)
Nazlı İzmir'e gittiğinde aynı senin hissettiğin gibiydim. Dört yıl boyunca da hissettiklerim hiç değişmedi... Kayınvalidemin dediği gibi bu ciğer itler yesin ya da itler bile yemesin mi?))
YanıtlaSilİyi olsunlar, sağlıklı olsunlar yeter ne yapalım...
Lale'm... Aynen öyle... ♥
Sil