Bu sırada kendime dışarıdan bir bakış atayım dedim. Bedenimden yukarı bir tane daha ben yaratıp yükseltip kendimi izlemeye başladım. Kendimi gergin gördüm. Sanki olası bir tehlikeye karşı önlem almak ister gibi, ürkek bakışlarım vardı. Ayrıca hafif çaresizlik ve ardından "Hamama giren terler," tevekkülü. Bu üç duygunun yüzümde, bakışlarımda ve beden dilimde dolanıp durduğunu fark ettim. Aralarına da kendimi ikna çabalarım serpiştirilmişti. Toplamda ise, karman çorman bir huzursuzluk hali. "Atın beni denizlere, İstanbul da size kalsın," diye ağlaya ağlaya şarkı söyleme isteği. Şarkımı beğenip, halk jürisinden butona basıp dönmek isteyen olur mu bilmem, ama butona basıp metrobüsten inmek isteyen çok insan vardı. Yukarıdan, "beni izleyen ben" bir baktı, benim araç geliyor. Zaten kapı açılma noktasına çakmıştım aşağıdaki beni. Hemen yukarıdakini de elimle tuttuğum gibi kendime geri koydum. "Bir ben'in nesi var, iyi de iki ben'in de nesi var?" merakıyla ve "İkimiz bir fidanın güller açan dalıyız" gazıyla, "İkinci Geleneksel Metrobüs Mücadelesi"ne daldım. Mezarlıkta şarkı söyleyerek korkusunu atmaya çalışan bir ödlekten, dolgusu yapılırken annesinin elini tutmak isteyen bir çocuktan ve gerilim sahnesinde gözünü kapayan bir insandan farkım yoktu. Hoppa içeri girdim. İtilip kakılmalara hiç yüz vermedim bu defa. Ayakta dikilmek için yer beğenme şansım gene yoktu; oturacak yer aramak için ise, gözlerimi hiç yormadım bile. Durduğum nokta, sürekli olarak devinim halinde bir yer idi. İnenlere "Güle güle, yine beklemeyiz", binenlere "Binmeniz çok mu lazımdı?" derken ellerine kolonya da dökebilirdim. Ya da o kolonya ile bileklerimi ovabilirdim.
Başımı bir kaldırdım. O da ne! Aman Allah'ım cennete mi düştüm? Tutangaç mıdır nedir, onlardan tam üç tanesi tepemde boştu! Tutun tutunabildiğin kadar. Tutunacak boru bile vardı. Boru başına düşen el sayısı hiç de o kadar çok değildi. Benim elime de yer olması yeterdi zaten. Öyle ki, tutangaça mı saldırayım, boruya mı sarılayım kararsızlığı bile yaşadıysam, metrobüs nefretimi/korkumu yenme aşamasına bile yükselebilirdim. Seçenek çokluğunda yaşanan kararsızlığın bu kadar güzelini yaşamamıştım. Melekler benimleydi. Yalnız metrobüs melekleri çok tembel, her zaman yardımcı olmuyorlar. Bunu da bir e-posta yazarak belirtmeli.
Önümde yirmi durak olduğunu görünce bir yutkundum. Ama geçen yıl altmış durak katederek, "Dağları deldim," hissiyle biten maceramdan sonra, bu hiç koymadı. O yüzden tükürüğümün sadece üçte birini yuttum. Yüzümde bir sırıtma peydahlanmadı da değil hani. Resmen mutluydum yahu! O sırada inen/binen trafiğinden tam da benim sırt ebatıma uygun bir yer de açıldı. Ohh! Sırtım da mutluydu artık. Her yolcuya bir düşman gibi bakmayı da bıraktım.
Az ötede iki kişilik koltukta cılız bir kızla oturan dibek gibi bir kadın dikkatimi çekti. Kızcağızın koltukta kapladığı alan zaten az olacakken, kadının "Çap x Pi sayısı" değerinin yüksek olması yüzünden, iyice azaldığı görülüyordu. Pi sayısı elinden geleni yapıp azıcık azalsa bile, çap yapacağını yapıyordu. Pi sayısı çaresizdi. Kız için değerini yükseltmeye bile hazırdı. Kadında öyle bir tip vardı ki, sanki o araca gözleme yapmak için binmişti. Gözleme derken, yemelik olanı hani. Yoksa teyzemin "gözlem" yapmak gibi bir niyeti hiç yoktu. Kadını bir anda kocaman bir hamur tahtasının başında, elinde oklava ile hamur açarken hayal ettim. Bir taraftan da yanındaki sacta kızartıyordu. Arada ağzına kocaman ısırıklarla gözleme tepiyordu ve cılız kıza yedirmekten de geri kalmıyordu. Yemeye direnince de oklavayla bir tane çakıyordu. Bu bir hayal olduğu için hepsini aynı anda yapmasında bir sakınca yoktu kanımca.
Burada gözleme yapılmıyor ama cüsse ve hamur tahtası tamamdır. |
Ardından bir grup kadın bindi. Topluca bir bebek mevlüdüne gidiyorlarmış gibiydiler. Sanki "Kübragilin küçük gelini (yaşı da ancak yirmidir), Büşra doğum yaptı. Sen ne takıcan kız?" diyerek gelmişlerdi. Hepsinde bir neşe, bir muhabbet... Pozisyon aldıkları gibi, gözleri etrafta boş koltuk aramaya başladı. Genç olanlara pis pis baktılar. Aralarından biri göbek kütlesinin haşmetinden faydalanmak istedi. (Bilgi: Bir maddenin sahip olduğu madde miktarına kütle denir. Kütlesi büyük olan nesneye aynı kuvvet uygulandığında hızlanması daha düşük olur. Diğer bir deyişle kütlesi büyük olan, daha büyük eylemsizliğe sahiptir. Meali: Ağırsan yavaş hareket edersin arkadaş.) Bu teyzemiz, fizik yasalarını yerle bir edecek bir "eylemlilik" ile göbek kütlesini oturan bir gencin omuzuna, başına kakmaya başladı. Genç hiç tınmadı. Belli ki göbek dayağına alışkındı. O anda, gözleme yapan teyzemizin de benzer bir operasyonla o yeri kapmış olabileceğini düşündüm ama üzerinde durmadım. Bir arka koltuktan biri kalkmaya yeltendi; ha saygısından değil, ineceği yere gelmiş, düğmeye bastı. Bunu gören "Bebek Tebriği Komitesi"nden gençten biri hemen atıldı. Daha vatandaş yerinden kalkmadan, o yeri göbek dayakçısına rezerve etti: "Fatma yenge gel bi yol, bak burası boşalıyor," diyerek, o koltuğa sahip olma hayalleri kurmuş herkesin kursağına çomağı soktu. İkramda sınır yoktu.
Aynı gruptan, yaşı 35-40 arası bir kadın ise, bir eliyle tutunuyor, diğer eliyle cep telefonunda oyun oynuyordu. Hatta biner binmez başlamıştı. Ben bu tür oyunlardan anlamam ama bir şeyleri yakalamaya çalışıyordu ekranda (Yorum: Gerçek hayatta neleri kaçırdığını düşünüyorsa artık, bari ekranda hakimiyetin onda olmasına karşı koyulmaz bir tutkusu vardı.)
O arada 8-9 durak ilerlemiştik. Kübragillere giden ekip beni epey bir oyalamıştı. Başımı başka tarafa çevirdiğimde kaşları benimkilerden daha iyi alınmış, dip boyası itinayla yapılmış, sakal/bıyık nahiyesi pek bir gıcır, manikürleri taze bir transseksüeli gördüm. Ürkek gözlerle bakınıyordu. Ona dikilen gözlerden rahatsız olduğu o kadar belliydi ki, hemen başımı çevirdim. Hiç olmazsa bir çiftçik gözün yükünden kurtulsundu.
Öyle bir dalmışım ki izlemelere, hafif kaykıldığımı nasıl mı anladım?: Sırtımı pencereye, kolumu da yanımdaki koltuğun arka demirine dayamıştım. Meğer kolum kaymış ve oturan göbekli teyzenin başına dokunmuşum. Kafasıyla bir itti kolumu! Hemen çektim. Teyzemiz olağandışı yöntemlerle attığı dayaklarla, bebeğe götürdükleri tüm altınları hak ediyordu.
İneceğim yere yaklaştıkça yolcu sayısı azaldı. En arkada bir yerde boş bir yer mi gördüm ne!! İçim atıldı ama dışımı durdurdum. Zaten yakında inecektim. Başımı başka yöne çevirdim ama aklım boş yerde kaldı ve gitti oraya oturdu. El edip durdu, "gel hadi gel" diye. "I ıh" dedim ama arzular şelale olmuştu. İçimin gittiği yere ben de gitmek üzere iki adım attım. Bir baktım, sıkış tepiş ve birkaç basamakla çıkılabilen ezik bir koltuk. Niye boş kaldığı belli oldu. Elimdekilerle sığana kadar inme zamanım gelecekti. Yerime geri döneyim dedim. Olamaz kapılmış! E tabii güzel yerdi. Yedirmezlerdi, yar etmezlerdi onu bana. Tamah etmiştim, cezamı çekmeliydim. O anda, bu kabullenişimin ödülü olarak TAM ÖNÜMDE yer boşaldı. Ağzım kulaklarıma ulaşırken hemen oturdum, yerleştim. Ve metrobüs son durağa geldiğimiz için... Durdu...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
hadi söyleyin bi şeyler :)