Rahmetli dedem, akciğer de yerdi yahu! Bir hayvanın, bir insanın tüketebileceğinden çok daha fazla miktarda anatomisini midesine indirirdi. Kuyruk yağı sevgim de ondan geçmiştir bana. Yıllardır kuyruk yağı arıyorum (gerçi çok da aramadım ama gönülden istiyorum), yok bulamadım. Birkaç kasap gezdim, "yok" diyorlar. Kasaplar insana ruhsuz bakıyorlar. İyi ki onlardan biriyle evlenmemişim. Meslek icabı şu deyimlere de vakıf mıdırlar acaba?: "Ciğerini okumak" ve "ciğerini yemek". Pek sanmam. Dedim ya, kese biçe duygu körelmesi olmuşlar; Allah bıçaklarını köreltmesin. Ama tababetçi eş çok güzel ciğer okur, meslek icabı. Abdullah isimli, göğüs hastalıkları uzmanı ve had safhada kibar bir beyefendi olan arkadaşımıza takılan isim: "ciğerci Apo".
Ben pek hayvansever değilim ama hayvandöver de değilim. Onlarla ilişkim için en uygun şarkı: "Seni uzaktan sevmek..." vs vs olurdu. Yani kendileri canlı iken. Yenebilir olanlarını, tabak-ağız-mide mesafesinde çok seviyorum. Yani kendileri cansız ve tercihan soğan-domates-biber-baharatlı vs iken. Sebze mi, et mi dense, et derim ama sebzesiz de yaşamam. E tabii İzmirliyiz; sadece hayvansal değil, zeytinli yağlara da zaafımız gani.
"O ciğer bitecek" diyen babam, bizi sakatat yemeye de alıştırmıştı. Hâlâ duacıyım ona. Allah'ım nasıl severim kokoreçi, kelle paçayı (hatta kelleyi ayrı, paçayı ayrı da severim), söğüşü, uykuluğu, billuru, işkembeyi... Eskiden beyin salata da yerdim, ama tababetçi eş ona da yasak koydu; e ne de olsa ciğer ve beyin toksin toplama merkezleriydi; ses etmedim, kabul ettim, saygı duydum. N'apayım söğüşüm beyinsiz de olsa yerim; söğüşün fazla zekisinin tadı daha lezzetli olacak diye bir şey yok.
Bizim ergenler henüz elinden tutulması gereken yaşlardayken, kısaca anaokuluna giderken, önünden geçmek zorunda olduğumuz bir kebapçı vardı (hâlâ da var). Kömürde kokoreç yapardı (hâlâ da yapıyor). Bir koku yayılırdı kiii, erkek olsanız bir yeriniz şişer, kadın olsanız durduk yere aş eresiniz tutar. O derece! Oradan her geçişte, çocuklar, "anne ne güzel kokuyor burası" derlerdi de, ben biraz daha büyümelerini beklerdim. Ama ne zaman ki onlara kokoreçi tanıştırma zamanı geldi ve yediler, sülalemize lâyık çocuklar olduklarını da kanıtladılar. "Ya sevmezlerse" endişemi sildiler. Hatta oğlum iki yarım ekmeğe yaptırırdı; -dı, çünkü çocuk artık İstanbul'da ve buradaki kokoreçe hasret.
Burayı bulmalı. Hem kokoreç hem midye. İkisi bir arada. Kokusunda davet var. Ateş beni çağırıyor. |
"İstanbul'da kokoreç var" demesin kimse bana! Ona kokoreç denmez, kakofoni denir (Kakofoni: kulağa hoş gelmeyen ses. Ses kakışması). İşte İstanbul'daki de öyle bir "bağırsak-domates-biber" kakofonisi yani "Kokofoni". İpincecik kıyılmış kokoreç olmazzz! İçine domates-biber vs konmazzz. Kıtır kıtır eti hissetmek lazım; bir de biraz tuz ve bolca kimyon; hepsi bu!
Midye dolmayı anmadan geçersem yazım açık gider. Midye dolmayı da sevdirmeyi görev bildiğimiz çocuklarımız küçükken, midyenin denizden içinde pilavıyla çıktığını sanıyorlarmış.
Tüm bu yiyecekleri temiz ve sağlam bir yerden yemek gerekliliğini de vurgulamakta fayda var tabii ki. Ben AB'ye karşıyım; e artık nedeni belli.
Vejetaryen ve hayvansever arkadaşlarımın gönlünü almak üzere, en sevdiğim şarkıları yazayım:
- Bir kedim bile yok.
- Hoplayıver çekirge.
- Acayip hayvanlara benziirsen.
- Sazlıklardan havalanan bir ördek gibi sesin.
- Mini mini bir kuş.
- Ku vak vak vak.
Not: Ben aslında mecaz anlamdaki ciğeri hem yiyen hem okuyan bir cancağızıma, "ciğer okuyanlar" ve "insanın ciğerini yiyenler" üzerine bir yazı yazmaya söz vermiştim. Ama kasap havası ağır bastı. Kusura bakmasın. Ama sözüm söz onu da yazacağım.
Ay bana da dalak dayardı kan yapar safsatasıyla ebeveynim olacak vampir ruhlular:) Hele bir sene daha güçcücük ilkokul 2.sınıf bebesiyim, zafiyet başlangıcı oldum (şu halimle hafsalam almıyor yahu, ben ve zafiyet başlangıcı, enayı ve salakmışım), sabah akşam yarı pişmiş dalak, üstüne de bonus olarak penisilin iğnesi.Bööööğk, şu anda bile kusma hissimi zor zaptediyorum. Hayatımın en tatsız 10 günlerindendi.
YanıtlaSilŞimdi dalak başta olmak üzere hiçbir sakatatı yiyemem (belki işkembe çorbası ya da söğüşü). Kelle-paçanın yanından geçmem, ciğer çok zorlanırsam çatalın ucuyla alırım, kokoreç zinhar, beyin zatne listemde yoktu. Yani bacıcığım bacı olma durumumuz bu nedenle sorgulanabilir ancak. Ama midyeye (bilhassa tava olanına) ve denizden çıkan her mahlukata hayır demem bak. Etin de yağsız ve ızgara olanı makbulümdür. Hani yemeğe davet edersen aklında bulunsun diye şeyetmiştim:)
Aaa ilk kez farklı bir yanımız çıktı. Sayılmazzz... Bacımsın! Te o kadar! :)))
SilAnaaaa kafama göre biri varmış da haberim yokmuş. Sen bir dahakine bana gel tüm sakatatçıları dolaşalım Mügemm
YanıtlaSilSakatatçı, sakat at olmasın sakın ama :)))
Sil