19 Kasım 2012 Pazartesi

AVCILAR-ZİNCİRLİKUYU METROBÜS HATTI (Tefrika No.2)

Avcılar'da inmenin hemen ardından tekrar binme eylemine doğru yuvarlandıK. Yollara revan olmadan önce: "İndiğim yerde peron değiştirecek miyim?" diye sormuştum. Sandım ki, metro aktarması gibi olacak. Ama bunun ucunda "-büs" olduğundan tek cevap vardı biliyorsunuz: "Herkes inecek". Buna ek olarak: "İndiğin yerden bineceksin". E peki madem, vakti gelince çözerim durumu herhalde, dağdan gelmedim ya, pehh!

Güruh ülkesinin insanlarını takip ettim. Artık "hepimiz bir fidanın güller açan dalıydıK". Yek vücut olmuş, oğluma ve yeğenlerime gidiyorduK. Nasıl da özlemiştiK onları di mi ama! Karşı tarafa geçiyorduK ya, hep birlikte Fenerbahçe stadına gider, Allah ne verdiyse yerdiK.
Ben tabii "the cahil" olarak, ilk gelen araca saldırdım. Sıraya falan girmemeyi artık öğrenmiştim, çok çakalım ya! Ama daha öğrenemediklerim varmış, ...mış, ...mışşş... :(
Saldırın ey ahali!

Baktım yer kalmamış, olsun varsın iyi niyetiyle içeri tekrar akıtıldım. Bir yanımda selvi boylu al yazmasız bir delikanlı, öbür yanımda selvi boysuz al yazmalı bir kadın, diğer yanımda Gangnam style bir yeni yetme, bir başka yanımda emekli Salih öğretmen, az ötede Fahriye Abla, ben de olsam olsam Asiye (nasıl kurtulacağım bakalım)... Çok sıcak bir ilişki içinde yolculuk başladı. Öyle bir yerde durduruldum ki, tutunacak boru uzak, tepedeki tutangaç (adı ne onların ya?) da uzak, yakındakini selvi oğlan kapmış, dirseği ağzımda. Önünde koruduğu kolladığı sevgilisiyle neredeyse suni teneffüse girişmek üzere; dirseğinin kimin ağzına girdiğini mi düşünsün yani, ben de bi alemim yahu... Bacaklarımın arasına, yere çekçekli sırt çantamı sıkıştırdım. Üzerine poşetimi astım ama sıkı tutmam lazım, her an düşebilir. Omuzumdaki çanta, selvi boysuz kadının alnını öpüyor; yapacak bir şey yok, ben de çiğ çiğ dirsek yiyorum zaten. Gözümü korumaya çalışıyorum, yoksa ani bir fren sonrası "ilk imzasından dönen acemi yazar (ki ayrıca "the cahil"), İstanbul'dan gözü mor döndü," tarzında bir habere konu olmak istemem. Heytt ben de bir iki it-kak yaptıktan sonra âşıkları azıcık öte ittim de, bana yakın tutangaçı kaptım. Çok hızlı öğreniyorum yahu! Âşıklar anlamadı bile.
Arada oğlanın dirsek arasından ekranı görmeye çalışıyorum. "Bir sonraki durak Zincirlikuyu" yazıyor ama ben biliyorum ki, o son durak ve bizzz hepimizzz orada ineceğiz. Arada görünen duraklara bakıyorum, amanın destan gibi... Adaam sende, trafiğe takılmayan, medeniyetin zirvesi bir araçtayım, nasılsa zırt diye giderim.

Ya git git bitmiyordu, ya da bana öyle geliyordu. Cevap: bana öyle geliyordu ve o yüzden de git git bitmiyordu. Çünkü bir önceki etapta oturuyordum ve Cennet Mahallesini bile gülümseyerek izliyordum. Ve çünkü ayaktaydım ve dünyanın en berbat yogasını yapıyordum. Âşıklar indi, yerine üç tane taze üniversiteli geldi: iki erkek, bir kız. Konuşan sadece bir erkek; diğerleri sadece sırıtıyorlardı: "Ehliyetim yok ama trafikte çoook araba sıkıştırmışlığım var icabında. Alooo olum gene mi babaanen öldü yaa! Bekliyom kanka, gel artık.. Abi bu oğlan da hep böle diyo. Bi akşam toplandık, aradı babaanem öldü dedi. Ertesi hafta bi daa.. E olum daha geçen hafta öldü dedin, dedim.. Haa o zaman ölüm döşeğindeydi dedi abi ya.. Nıhaha haha..." Ters ters bakıyorum ama kim görüyor ki, görse ne olacak ki... O da ne! Diğeri de konuştu! Meğer tüm durakları ezbere sayıyormuş.
Sanki elli beş tane durak var, bitmiyor bu yooolll!!! Asla evlatlarıma kavuşamayacağım, mezarıma "Meftabüs'te öldü" yazsınlar! Belim, bacaklarım koptu; ayaklarım hissetmiyor, ellerim uyuştu, derken pencere önü boşaldı ve ben borunun bir ucuna yapıştım. Allah'ım sırtımı dayamak, pencereye yaslanmak, bir boruya tutunmak nasıl güzel bir duyguymuş da değerini bilememişim, affet beni. O arada uzaktan bir koltuğun boşaldığını gördüm. Haa ona oturmak gibi saçma bir hayale kapılmadım tabii ki, çünkü arada seksen beş insan falan vardı, ben sadece izleyiciyim. Boşalan yere oturan tıfıl tayfa bir oğlan işi biliyor: yüzüne öööyyyle bi ifade takınmış ki, "hiiiç iyi değilim ben, oturmam lazım" ifadesinin Oscar'lık hali. Bizim tiyatroya önermeli onu ama ne yazık ki metrobüste yaşıyor, gelemez. Bu arada içimden sarf ettiğim küfürlerden hiç bahsetmiyorum bile. Sabredeyim, sanırım eninde sonunda bu yol biter. O kadar zebilim ki artık, dirseklerimle boruya kaykıldım dinlenmeye çalışıyorum. E tabii sabah 6:30'dan beri çoğunlukla ayakta olmanın helâk düşmüşlüğü de var. Ama ben İzmir'den bile daha kolay gitmiştim oraya kadar. Tüm bu olanlar imza günüme katıldığımı, orada geçirdiğim şahane vakitleri falan unutturmuş bana. Telkin, tevekkül, sabır falan hak getire...

O arada yeğenimle telefonda konuşmaya ve nerelerde olduğumu söylemeye çalışıyorum. Hat sürekli kesilip duruyor. Dengemi kaybettikçe debeleniyorum. Üç dört denemeden sonra konuşabilir hale geliyoruz. Ve ben etraftakileri takmadan saydırıyorum: "Ne biçim bir yer bu İstanbul! Her yerden insan çıkıyor. Bari bir yerde azalsa içerdeki insanlar. Azalacağına artıyor. Yemişim böyle şehri ben!"

Ve sonunda Zincirlikuyu! Sormaya gerek yok, güruh ülkesinin insanlarıyla birlikte hiç zorlanmadan indiK, indirildiK. Ne mutluyduK ya Rabbim!

"Her ölümlü bir gün metrobüsü tadacaktır," yazılmalı kapısına... Diyeceğim budur.

Devamı geliyor... Gidin bir tuvalet arası verin hadi ;)


3 yorum:

  1. Komik kadın çabuk yaz devamını, meraktayım :)

    YanıtlaSil
  2. ay okurken beni fenaliklar basti yazik hergun o eziyeti cekenlere

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben şu an gülüyorum artık ama gerçekten de çekilecek şey değil.. Allah kurtarsın :)))

      Sil

hadi söyleyin bi şeyler :)