26 Şubat 2013 Salı

“FACE’TE VAR MISIN?”





2007 yılıydı. Bir arkadaşım yeni açılan bir siteden bahsediyor ve koyduğu bikinili fotoğrafın bir sürü insan tarafından görüleceğini bilmediği için zor durumda kaldığını anlatıyordu. “Allah Allah bu da ne ki acaba?” diye düşünürken, içimden  “e koymasaydın yahu,” da dedim. Fotoğraftan başka, arkadaşlarıyla birbirlerine çiçek, pasta, rakı sofrası, doğum günü kutlamaları, nazar boncukları vs yolladıklarına geçti. “Yok artık!” dedirten ve anlaşılmaz bir hal alan konunun ucunu bıraktım gitti.
Bir süre sonra başkalarından da benzer laflar duymaya başladım. Adına “Facebook” denen bu mucize ortamda “anaokulu arkadaşınızı bile buluyorsunuz,” sloganları hepimizin ilgisini çeker oldu. Her birimiz hesap açmaya koyulduk. E bir de profil fotoğrafı koyduk. Başladık sağa sola o çiçeklerden, pastalardan, nazar boncuklarından vs yollamaya. İlk etapta aklımıza geliveren isimleri ekledikten sonra, “ya hani ilkokulda bir Leyla vardı, dur bakayım onu bulabilecek miyim?” demelere gark olduk. Sanal âlemdeki bu nüfusu artırmak adına, Facebook hesabı olanlar arasında “ay ben kimi buldum biliyor musun?” heyecanlarıyla liste kabartmalar silsilesi başladı. İlk zamanlarda herkes kaç kişi eklediğiyle övünür, sözüm ona bunun bir ayrıcalık olduğu havası iğnelenirdi. Aslında bu sayede gerçekten de yıllardır izini kaybettiğimiz ve sevdiğimiz arkadaşlarımıza ulaştık. Kendimizden ve listemizdeki arkadaşlarımızdan haberler ve fotoğraflar paylaşmak mutlu etti hepimizi. Geçmişin ve şimdinin hallerini görerek aradaki zaman açığını kapamaya çalıştık. Bunun yanı sıra bu sayede işini geliştirenler, kaybettiği arkadaşlarını bulanlar, sevgili yapanlar ve hatta eşini seçenler bile oldu.
Yıllar ilerledikçe “ortak arkadaş” davasına pek de bayılmadığımız insanları da eklemek zorunda kaldık; ayıp olmasın diye. Ayrıca fotoğraf çekiminde ciddi bir patlama oldu. “Face’e koyarım”, “görsünler bak ne güzel arabam var”, “yeni sevgilimle olan bu fotoğrafım da eski sevgilime kapak olsun”, “ay ay bakın ne mutluyuz”, “bakın bakın işyerim nasıl da havalı” vs vs diye yırtınanlar, o güne kadar bir tane bile anlamlı sözünü duymadığınız insanlardan her konuda “özlü sözler” (“aslında ben çok derinimdir haa!”), “şu anki yerimizi belli edelim” demeler, dürtmeler, paylaşmalar, tavsiye etmeler, politik olarak yermeler/alkışlamalar derken Facebook bayağı bir ilginç hale geldi.
Tabii ki birçok olumlu yanını da görmüyor değiliz. Bu sayede ulaştığımız eski arkadaşlarımızla görüşür olduk. Arada kaçan yıllara üzülüp telafi etmeye çalıştık. Buluşma görüşme şansımızın olmadığı arkadaşlarımızın özel günlerini görebilir olduk. Duyurmak istediğimiz bir haberi bir anda yüzlerce insana ulaştırabilir olduk. Merak ettiğimiz herhangi bir konuda bilgiye ulaşabilir olduk. Mesleklerimizi ilgilendiren kişilerden, konulardan, bilgilerden, bazen toplantılardan haberdar olunabilen neredeyse tek yer haline geldi. Ama dakika başı ne yaptığını, ne yediğini, ne giydiğini, nerede oturup kalktığını yazan insanlardaki kafayı anlamak zor. Hele bir de küçücük çocuklarına hesap açanları hepten zor…
Dozunu kaçırmadan ve güvenlik önlemlerini alarak kullanıldığında çok da keyifli bir mecra olduğu yadsınamaz. Hatta ben hâlâ hesap açmamış olanları yadırgar oldum. Hesabı olmayanlar, sözüm size, bakmayın eleştirdiğim şeylere… Onları ayarlamak kolay, ama ister keyif için, ister iş güç için, kaçırdığınız çok şey var. Yakınlarınızda nasılsa bir genç vardır; söyleyin size bir hesap açıversin. Ya da bilgisayarla aranız iyiyse kendiniz de açabilirsiniz. Ara ara girip, Ayşe Hanımın o gün kahvesini nerede içtiğini, Ali Beyin yeni aldığı arabasını, bir sonraki mesleki toplantının hangi tarihte yapılacağını, hani o büyüdüğünüz mahalledeki sokak arkadaşınızın kaç çocuğu olduğunu, her türden sanat haberini hem de uzmanlarından vs vs öğrenmek istemez misiniz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

hadi söyleyin bi şeyler :)