Fotoğrafın tarihi: 16 Mayıs 1957.
Kız on sekiz, erkek yirmi sekiz yaşında. Erkek, eşin dostun aracılığıyla ailesine ve kendisine tavsiye edilen kızı ilk kez, evlerinin önünde komşularla sohbet ederken görüyor. Erkek de zaten planlı olarak o saatte oradan geçiyor ki, kız da onu görsün. O zamanlar bir bakış, bir tavsiye ya da bir sezgi yetiyor, birbirlerine uygun olup olmadıklarına karar vermeye. Kız, terbiyesi/yaşı/"el elâlem" gereği fazla da bakamıyor. Sanki erkek çok mu bakabiliyor? Ama gene de kızdan biraz daha fazla. Kız da ailesinin onayına saygı duymak zorunda; ama gene de alıyor o ışığı, hissediyor o iyiliği. Kızın babası kızına fikrini, görüşünü sormadan geçmiyor; çünkü o kız onun çok kıymetlisi. Malum: “Evet beybaba, çok isterim,” diyemiyor. Ne diyor? Malum: “Siz nasıl münasip görürseniz.”
Kızın hisleri yanlış çıkmıyor; delikanlı, nişan ve düğün süreçlerinde kızın gönlünü hep hoş tutuyor. Kız da zaten kanaatkâr, zarif ve nahif. Hem zamanlar da şimdiki gibi züppelik ve görgüsüzlük zamanları da değil ki. Büyük bir uyum ve sevgiyle evleniyorlar. “Yuva” kavramını sanki birlikte hazmetmişler. O yuva, “biz bir arada olduktan sonra dünyayı deviririz!” dedikleri bir bağla kuruluyor. Sonra sırayla iki kız doğuyor dünyalarına.
Fotoğrafta, erkeğin, kızın kolunu tutuşundaki sahiplenmeye, yüzündeki huzur ve nezakete bakın… Kızdaki ürkek, asil ve “O’nun yanında” olduğuna dair teslimiyete bakın… Bu iki insan, 2002’de erkeğin gidişine kadar bir aradaydı. Tam kırk beş sene! Ha sanki şimdi bir arada değiller mi? O kadın, o erkek gittiğinden beri, onu anarken bir kez bile donuk ya da gitmişliğine alışmış değil; gözünde hep bir damla yaşı parlar hâlâ. O güzel kırk beş yıl için Allah’a hep şükreder, yaşattıkları için de kocasına hep teşekkür eder; onlar birbirlerini hep hoş tuttular. Eminim ki, o erkek de gittiği yerde aynı şeyleri yapıyordur. O zaten hep, o kızdan önce ölmek istemişti; çünkü o kızın yokluğuyla baş etmek zorunda kalacağına önce ölmeyi dilemişti.
Annemle babam böyle sevdiler birbirlerini...
Kız on sekiz, erkek yirmi sekiz yaşında. Erkek, eşin dostun aracılığıyla ailesine ve kendisine tavsiye edilen kızı ilk kez, evlerinin önünde komşularla sohbet ederken görüyor. Erkek de zaten planlı olarak o saatte oradan geçiyor ki, kız da onu görsün. O zamanlar bir bakış, bir tavsiye ya da bir sezgi yetiyor, birbirlerine uygun olup olmadıklarına karar vermeye. Kız, terbiyesi/yaşı/"el elâlem" gereği fazla da bakamıyor. Sanki erkek çok mu bakabiliyor? Ama gene de kızdan biraz daha fazla. Kız da ailesinin onayına saygı duymak zorunda; ama gene de alıyor o ışığı, hissediyor o iyiliği. Kızın babası kızına fikrini, görüşünü sormadan geçmiyor; çünkü o kız onun çok kıymetlisi. Malum: “Evet beybaba, çok isterim,” diyemiyor. Ne diyor? Malum: “Siz nasıl münasip görürseniz.”
Kızın hisleri yanlış çıkmıyor; delikanlı, nişan ve düğün süreçlerinde kızın gönlünü hep hoş tutuyor. Kız da zaten kanaatkâr, zarif ve nahif. Hem zamanlar da şimdiki gibi züppelik ve görgüsüzlük zamanları da değil ki. Büyük bir uyum ve sevgiyle evleniyorlar. “Yuva” kavramını sanki birlikte hazmetmişler. O yuva, “biz bir arada olduktan sonra dünyayı deviririz!” dedikleri bir bağla kuruluyor. Sonra sırayla iki kız doğuyor dünyalarına.
Fotoğrafta, erkeğin, kızın kolunu tutuşundaki sahiplenmeye, yüzündeki huzur ve nezakete bakın… Kızdaki ürkek, asil ve “O’nun yanında” olduğuna dair teslimiyete bakın… Bu iki insan, 2002’de erkeğin gidişine kadar bir aradaydı. Tam kırk beş sene! Ha sanki şimdi bir arada değiller mi? O kadın, o erkek gittiğinden beri, onu anarken bir kez bile donuk ya da gitmişliğine alışmış değil; gözünde hep bir damla yaşı parlar hâlâ. O güzel kırk beş yıl için Allah’a hep şükreder, yaşattıkları için de kocasına hep teşekkür eder; onlar birbirlerini hep hoş tuttular. Eminim ki, o erkek de gittiği yerde aynı şeyleri yapıyordur. O zaten hep, o kızdan önce ölmek istemişti; çünkü o kızın yokluğuyla baş etmek zorunda kalacağına önce ölmeyi dilemişti.
Annemle babam böyle sevdiler birbirlerini...
Şimdiki zamanların evliliklerine
bakınca, insanın görücü usulünü beğenesi geliyor. Artık çoğunluk önce sevgili
olup, sonra evleniyor da ne oluyor? Çok mu başarılı ilişkilere imza atıyorlar?
“Fazla bilinç iyi değil,” diyesi gelmiyor mu insanın? İnsan bilmediği şeyi ne
sorgular ne de özlem duyar. Bilinç azlığıyla, birbirine uyum sağlamayı bir
anlamda görev sayan ve eşine önce saygıyla sonra sevgiyle bağlanan o nesil, çok
daha uzun evlilikler yaşadı, yaşıyor. Tabii ki aralarında kocasına muhtaç
olmanın, ekonomik bağımlılıkla eli kolu bağlanmışlığın ve hatta “gelinliğinle
çıktın, kefeninle dönersin,”lerin altında ezilen bir güruh da yok değil; hem de
çok. Bu son grubu bu yazının konusundan dışarıda tutalım. Çünkü ne yazık ki, o
bambaşka bir mecra ve çok da iç acıtan bir yara…
Bunların yanı sıra, en son moda
da, ki bu daha çok erkeklerin “kaçış planı”: “Evliliğe hazır olamama, o sorumluluğu
sırtlayacak cesareti bulamama, özgürlüğünden vazgeçememe” hallerinin madalyasız
şampiyonları türedi. Şimdi sakın bu noktada kızların evlenmeye meraklı
olduklarını söylemeyin. Büyük şehirlerde, kızlar da özgür artık. Zaten bu
şampiyonlar da büyük şehirlerde görülüyorlar. Birbirini tam tanımadan
evlenilsin, diyemem. Ama bu korkaklar takımı yüzünden evlenen çiftlerin sayısı
azaldı; yukarıdaki sözde fazla bilinç (ki bu bir anlamda şımarıklık, tahammülün
hızlı tükenmesi, sabırsızlık, anlayış kıtlığı, ortak noktada buluşma
yetersizliği) yüzünden de boşanmalar çoğaldı. O zaman en iyisi galiba, yeni
zamanların sevgililiğini/birbirini tanıma sürecini ve eski zamanların fazla
irdelememesini/geçinmek adına daha sabırlı olma hallerini birleştirip yeni bir
formül yaratmalı. Eskilerin “geçim ehli” dedikleri kavramı yeniden
hatırla(t)malı. “Ben” demenin dozuna çekilecek ayarı belirlemeli. “N’apalım aşk
bitmişti,” diyerek çekip gitmelerin aslında kolaycılık ve dışarıdaki hayatı
unutamama olduğunu anla(t)malı.
Benim annem babam hiç mi
tartışmamışlardı, hiç mi kırılmamışlardı? Cevabı “hiç” olan bir ilişkinin
insanları zaten birbirini takmıyor, umursamıyor demektir. Sonunu tatlıya
bağlama becerisi sayesinde, o “kırk beş yıl”lar gerçekleşiyor işte… Çok
inceleyen, çok irdeleyen, çok bildiğini sananlar, ne evlenebiliyor ne de
evlense de evli kalabiliyor. Üç maymun oyunu hiç de kötü bir oyun değil bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
hadi söyleyin bi şeyler :)