20 Mart 2013 Çarşamba

MODERNLEŞTİK DE NE OLDU?





Fotoğrafın tarihi: 16 Mayıs 1957.

Kız on sekiz, erkek yirmi sekiz yaşında. Erkek, eşin dostun aracılığıyla ailesine ve kendisine tavsiye edilen kızı ilk kez, evlerinin önünde komşularla sohbet ederken görüyor. Erkek de zaten planlı olarak o saatte oradan geçiyor ki, kız da onu görsün. O zamanlar bir bakış, bir tavsiye ya da bir sezgi yetiyor, birbirlerine uygun olup olmadıklarına karar vermeye. Kız, terbiyesi/yaşı/"el elâlem" gereği fazla da bakamıyor. Sanki erkek çok mu bakabiliyor? Ama gene de kızdan biraz daha fazla. Kız da ailesinin onayına saygı duymak zorunda; ama gene de alıyor o ışığı, hissediyor o iyiliği. Kızın babası kızına fikrini, görüşünü sormadan geçmiyor; çünkü o kız onun çok kıymetlisi. Malum: “Evet beybaba, çok isterim,” diyemiyor. Ne diyor? Malum: “Siz nasıl münasip görürseniz.”

Kızın hisleri yanlış çıkmıyor; delikanlı, nişan ve düğün süreçlerinde kızın gönlünü hep hoş tutuyor. Kız da zaten kanaatkâr, zarif ve nahif. Hem zamanlar da şimdiki gibi züppelik ve görgüsüzlük zamanları da değil ki. Büyük bir uyum ve sevgiyle evleniyorlar. “Yuva” kavramını sanki birlikte hazmetmişler. O yuva, “biz bir arada olduktan sonra dünyayı deviririz!” dedikleri bir bağla kuruluyor. Sonra sırayla iki kız doğuyor dünyalarına.

Fotoğrafta, erkeğin, kızın kolunu tutuşundaki sahiplenmeye, yüzündeki huzur ve nezakete bakın… Kızdaki ürkek, asil ve “O’nun yanında” olduğuna dair teslimiyete bakın… Bu iki insan, 2002’de erkeğin gidişine kadar bir aradaydı. Tam kırk beş sene! Ha sanki şimdi bir arada değiller mi? O kadın, o erkek gittiğinden beri, onu anarken bir kez bile donuk ya da gitmişliğine alışmış değil; gözünde hep bir damla yaşı parlar hâlâ. O güzel kırk beş yıl için Allah’a hep şükreder, yaşattıkları için de kocasına hep teşekkür eder; onlar birbirlerini hep hoş tuttular. Eminim ki, o erkek de gittiği yerde aynı şeyleri yapıyordur. O zaten hep, o kızdan önce ölmek istemişti; çünkü o kızın yokluğuyla baş etmek zorunda kalacağına önce ölmeyi dilemişti.
Annemle babam böyle sevdiler birbirlerini...

Şimdiki zamanların evliliklerine bakınca, insanın görücü usulünü beğenesi geliyor. Artık çoğunluk önce sevgili olup, sonra evleniyor da ne oluyor? Çok mu başarılı ilişkilere imza atıyorlar? “Fazla bilinç iyi değil,” diyesi gelmiyor mu insanın? İnsan bilmediği şeyi ne sorgular ne de özlem duyar. Bilinç azlığıyla, birbirine uyum sağlamayı bir anlamda görev sayan ve eşine önce saygıyla sonra sevgiyle bağlanan o nesil, çok daha uzun evlilikler yaşadı, yaşıyor. Tabii ki aralarında kocasına muhtaç olmanın, ekonomik bağımlılıkla eli kolu bağlanmışlığın ve hatta “gelinliğinle çıktın, kefeninle dönersin,”lerin altında ezilen bir güruh da yok değil; hem de çok. Bu son grubu bu yazının konusundan dışarıda tutalım. Çünkü ne yazık ki, o bambaşka bir mecra ve çok da iç acıtan bir yara…

Bunların yanı sıra, en son moda da, ki bu daha çok erkeklerin “kaçış planı”: “Evliliğe hazır olamama, o sorumluluğu sırtlayacak cesareti bulamama, özgürlüğünden vazgeçememe” hallerinin madalyasız şampiyonları türedi. Şimdi sakın bu noktada kızların evlenmeye meraklı olduklarını söylemeyin. Büyük şehirlerde, kızlar da özgür artık. Zaten bu şampiyonlar da büyük şehirlerde görülüyorlar. Birbirini tam tanımadan evlenilsin, diyemem. Ama bu korkaklar takımı yüzünden evlenen çiftlerin sayısı azaldı; yukarıdaki sözde fazla bilinç (ki bu bir anlamda şımarıklık, tahammülün hızlı tükenmesi, sabırsızlık, anlayış kıtlığı, ortak noktada buluşma yetersizliği) yüzünden de boşanmalar çoğaldı. O zaman en iyisi galiba, yeni zamanların sevgililiğini/birbirini tanıma sürecini ve eski zamanların fazla irdelememesini/geçinmek adına daha sabırlı olma hallerini birleştirip yeni bir formül yaratmalı. Eskilerin “geçim ehli” dedikleri kavramı yeniden hatırla(t)malı. “Ben” demenin dozuna çekilecek ayarı belirlemeli. “N’apalım aşk bitmişti,” diyerek çekip gitmelerin aslında kolaycılık ve dışarıdaki hayatı unutamama olduğunu anla(t)malı.

Benim annem babam hiç mi tartışmamışlardı, hiç mi kırılmamışlardı? Cevabı “hiç” olan bir ilişkinin insanları zaten birbirini takmıyor, umursamıyor demektir. Sonunu tatlıya bağlama becerisi sayesinde, o “kırk beş yıl”lar gerçekleşiyor işte… Çok inceleyen, çok irdeleyen, çok bildiğini sananlar, ne evlenebiliyor ne de evlense de evli kalabiliyor. Üç maymun oyunu hiç de kötü bir oyun değil bence.