30 Aralık 2011 Cuma

M(utlu), U(mutlu), C(oşkulu), K(utlu) Olsun!!!

Tüm blogdaşlarımın yeni yılını kutlarım. Sağlığı, mutluluğu, huzuru, başarısı, parası ve yazmaları bol bir yıl olsun.

20 Aralık 2011 Salı

ANNE TARAFIM UZUN YAŞIYOR VESSELÂM :)

Dolapların içinde, dosyaların dibinde, anıların kalbinde bulduğum, düşündüren ve gülümseten notlardan:

"Dedem tütün kokardı ama sigara değil.
Yaşım on sekiz, gıpta ederdim yaşamasına, yaşadıklarına.
Yıllarca esir kalmış Hindistan'da, savaş sonrası.
Masmaviydi gözleri, İngiliz sanmışlar.
Gemiyle gelmişler İstanbul'a,
Öyle sevmiş güvenmişler ki, bu maviş yağıza,
"Toprağımı görüp, basayım üzerine bir koşu" demiş de,
"Hakkındır git, gör, gel" demişler.
İşte o saniye sırra basmış kademi,
Sel olup akmış, öyle özlemiş İzmir'i.

1925 (?): Anneannemi görmüş, zamanın Singer mağazasında,
Zamanına göre modern ve hoş nakış öğretmeniyken.
Saçları dizine kadarmış, hokka gibi burnu yüzünde damla.
Gözlerle anlaşmışlar, iki Cumhuriyet insanı.

1930'lar: Art arda üç evlat, ikisi maviş, biri zeytin.
İkisi erkek, biri kız.
1957: On sekizinde babamı bulmuş maviş gözlü gelin.
1960'lar: İki kızları olmuş, biri buğday, biri sakız.

1981: Dedeme dedim, "sıkı bas ayağını, beni bekliyor yeni dünyalar,
Döndüğümde aynı koltukta, sigaranla karşıla beni."
Yazdı sayfalar dolusu hattat gibi döşediği mektuplar,
"İki gözüm, torunum Müge'm" dediği.

Yıl seksen üç, Mayıs'ın ikisi;
Ayağını sıkı basmış ve üstünden geçmiş on bir ayım.
Sarmaşmışız doyasıya şükürlerle.
Çarşafının üstünde bir bıçakla kapamışlar yüzünü.
Hiç ürkmedim, açtım bir daha baktım,
Beklediği için teşekkürlerle.

2006: Anneannem... Hokka burnu ile yaşadı doksan dokuzuna kadar. Mavi gözlü yağızı bile unutmuş, bakıyordu boş boş. Ona baktıkça korktum yaşlanmaya, yaşamaya o kadar çok... hem de unutarak..."

14 Aralık 2011 Çarşamba

GERİDE KALMANIN YÜKÜ

Hayat devam ediyor diye sevinmek mi lazım bilemiyorum bazen. Ama hayat da peşimizi bırakana kadar sevin sevinme, devam etmek gerekiyor. Devam edebiliyor olmaktan utanıyor insan bazen. Devam etmek için daha çok zamana ihtiyacı olanların kapısından çıkınca, huzursuzluk basıyor. Hep orada kalıp, elinden yüreğinden tutmak istiyor insan... Onu orada sıkıntısıyla bırakıp çıkmak zor geliyor. Gidemeyince arayıp, gelememe nedenimi anlatasım geliyor. O zaman da yine "benim hayatım devam ediyor" mesajı vermekten çekiniyorum. Ama zaten arasam da aramasam da, gidemediğim zaman o mesaj gitmiyor mu sanki ona... 
Oysa o bunu düşünecek halde bile değil. Ve zaten o bunlara takılacak basitlikte  hiç değil. O yüzden de insanın daha bir onun yanında olası geliyor. 
Madem geldik, 
Madem günü gelince gitmemiz gerektiğini de öğrendik ,
Madem gelmeye de, gitmeye de direnmek anlamsız,
Madem her birimiz bunu yaşayacağız,
O zaman devam ederken gülümseyerek, severek, çok da takılmayarak, sarılarak ve unutmadan devam etmek lazım. Yeni mi öğrendim bunu? Yoo... Ama hep öyle değil midir... Duvara çarpınca yeniden yeniden fark etmez miyiz...

10 Aralık 2011 Cumartesi

ORTAK TARİHİMİZ DURDU

Geçen sene bu zamanlarda "gidiyor..." diye içim yana yakıla, son basamak tedavisine yolladığımız arkadaşımdan bahsetmiştim hani...
A.B.D.'de kanserde yeni bir tedavi yöntemi olan "Proton" tedavisinden medet umuyorduk. Buradaki doktorların, 'yapacak bir şeyimiz kalmadı' diyen, bu son model tedaviyi bilmeyen hallerine kızıp durmuştuk. Amerikalı doktorlar ise, inceledikleri MR ve bilumum tahlillerinin sonunda, büyük bir umut ışığı yakmışlardı. Gittiler sonra eşiyle birlikte.. Skype'dan konuşuyorduk. Kaldıkları daireyi, penceresinden sokağı bize gösteriyorlardı. Genel durum da çok iyiydi.
Biz kendi halimizden utandık hep. Niye mi? 14 yıllık tedavi süresince, biz yıkıldık, onlar yıkılmadı. Yanlarına giderken, ağzımızı burnumuzu nasıl toparlayıp da üzgün göstermeyeceğiz kendimizi diye dert ederken, onların yüzündeki sevecenliği, mutluluğu ve direnci görünce utandık hep. Biz onlara destek olacağımıza, onlar bize oldular. Onlar hem kendilerini, hem bizi iyi ettiler hep. Hayata ve umuda asılmanın en güzel ve saygı duyulası örneği oldular. Ondan da güzeli, karı-koca birbirlerine duydukları sevginin gücünü öğrettiler hepimize. "Nasılsınız" demek için aramalarımızdan hiç sıkılmadılar, bunalmadılar. Yaşadıkları her anın değerini bilmenin önemini yansıttılar hep (unutmayız inşallah).
A.B.D.'den döndükten sonra da genelde her şey yolundaydı. Bilimin gücüne bir kez daha inandık ve bunun ülkemizde uygulanamamasına yandık. Sigortası ya da gücü olmayıp da bu tedaviden faydalanamayanlara üzüldük.
Yazın başlayan halsizlikleri ve diğer sorunları gittikçe arttı. Bizi öyle bir ayakta tutmuşlar ki, tedavinin yan etkisi diye düşündük hep. Ona bir şey olmazdı. 14 yılı geçirmiş bir dirayet ve umut timsali adam ve onun muhteşem desteği kadın, bunu da aşardı. "Yapılacak bir şey kalmadı" denemeyecek, yakışmayacak, hak etmeyen biriydi o.
Biz onunla ilkokulda her teneffüste mor menekşe oynardık. Koridorlarda deli gibi bahçeye doğru koşardık bir alay çocuk. O şeker oğlanı da, sonradan eşi olacak o güzel kızı da ayrı ayrı tanırdık. Sonra onlar da birbiriyle tanıştı arkadaş gruplarımız sayesinde. Aşık oldular. Liseyi, üniversiteyi, ihtisası birlikte bitirdiler. Şansın güzeli şu ki, ikisiyle de aynı fakültede okudum ve ihtisas yaptım ben de. Aynı yıllarda evlendik, çocuklarımız oldu, birlikte büyüttük. Birlikte yatılı, yatısız bir sürü tatile gittik. Her birimizin eşleri de, çocuklarımız da çok ama çok sevdiler onları da, onların o güzel çocuğunu da.
'Sağlam' insan demenin anlamını en çok hak eden, en güzel taşıyan ve yaşatan insandı o. Bir insan aynı zamanda hem güvenilir, hem sevgi dolu, hem saygın, hem matrak, hem donanımlı, hem başarılı, hem zeki, hem sımsıcacık, hem öğretici, hem öğrenmeye açık, hem iyi evlat, hem iyi eş, hem iyi baba, hem iyi arkadaş..... olabilir mi? İşte "O" olmuştu.
7 Aralık akşamı hastaneye, yanına giderken, kendini göremesem bile o pamuk elini görmek istedim en son. Gidiyor diye yanına kimsenin sokulamadığı oda kapısı bir ara açıldığında ilk gördüğüm eliydi. Bekledikçe sel olduk aktık. Sonra hepimize veda şansı doğdu ve yanına kısa süreler için girdik. Her anını ona adamış hayat arkadaşı kadın, evladını gözünün önünde kaybeden anne-baba artık teslim olmuşlardı, kaçınılmaz sona. İsyan ile kabullenmenin arasında gidip gelen kalbimiz ve beynimiz ne yapacağını bilmiyordu, ağlamaktan başka.

Dün yatırdılar onu toprağın kucağına. Bıraktık onu orada, ama sadece bedenini. Yorulan bedeni en sevdiği yerde, en sevdiği denize doğru yattı artık. O zaten huzur ve nur içinde yatacak, ruhu zaten şâd olacak. Başka türlüsü imkansız ki zaten...
Ve sen onun birtaneciği karısı, canım arkadaşım... Sana ne kadar saygı duysam, seni ne kadar sevsem az... Bu satırları okumanı istiyor muyum emin değilim. Okuyup da içini deşmek istemiyorum. O yüzden yazdığımı söylemeyeceğim sana. Ama henüz sana söyleyemediğim şeyleri bilmeni isterdim; biraz zaman geçsin söyleyeceğim zaten. Sen hepimize örnek, hepimize ders, hepimizde abide olmuş bir insansın. Acını yok etmemiz imkansız. Ama merhem olmak için elimizden geleni yapacağımızı bilirsin. Kim bilir belki de, o müthiş maneviyatınla gene sen merhem olursun bize...